View on GitHub

thirdwave

1956

Kritik an, 1956 yiliydi.

O yil, Amerika’da beyaz yakalilarin sayisi ilk kez mavi yakalilari gecti.. O andan itibaren dunya, ilk kez kafasini kullanarak is yapanlarin sayisinin, kas gucunu kullanarak is yapanlarin sayisini gectigi bir ulke ile tanisiyordu.

Bundan sonra olanlar, degisimin artci etkileri olmustur.

50’liler Elvis Presley’in gelisini, televizyonunun yayilmasini, Holywood’da sonu hep mutlu biten kahramanlarla dolu filmler yerine Marlon Brando, Jimmy Dean gibi anti-kahramanlarin oldugu filmlerin gelisine tanik oldu. Rock muzik dogdu. Fender Strat icat edildi. Literary Beats ve hippi akimi “kendi kafana gore olani yapma” soylemine basladi - ki bu soylem bir onceki akimin “uyum sagla” anlayisina 12-den isabet eden nokta vuruslariydi [1].

Bu kritik seneden beri, Amerika hizla degisim gecirmektedir. Fakat Amerika’nin farkli kesimleri farkli hizlarda degismektedir - bunu iyi anlamamiz gerekiyor.

Amerika’nin en hizli degisen sektoru, uzerindeki rekabetci baskilar sebebiyle is dunyasidir. Bunun arkasindan sivil toplum orgutleri gelmektedir. Kagni hiziyla takip edenler burokrasi, egitim, devlet kurumlari ve hukumet sayilabilir. Iste bu farklar sebebiyle disaridan bakanlar birkac Amerika gormektedirler. Birinci Amerika disariya hedonizm, homojen pop-kultur, ac gozlu serbest piyasa ve globallesme mesajini pompalamaktadir. Fakat ikinci Amerika disariya innovasyon, evden calisma, network kurma, arastirma/gelistirme, girisim ve iyimserlik, Internet mesajlarini gondermekte…

Bu farkli alanlarin ABD’nin kendisi uzerinde de farkli etkileri sunlardir: Sosyal alanda, bilgi ekonomisi, kacinilmaz olarak kendi yasayis seklini ve mentalitesini getirmistir - lineer zamana bagli olmayan calisma sekli, eglenme zamanlarini degistirmekte, senkronlasmanin dagilmaya basladigi bir ortamda yasam sekilleri farklilasmaya baslamistir.

Fakat tum bu degisimler, halen sistemik, tum kurumlariyla beraber yasama gecmis bir “medeniyet” halini almis degildir. Ozellikle Amerika’da, hatanin oldukca kabul gormesi ve denemekten korkmamak ozelligi, gelecegin tanimsizligi ile birlesip son suratle yeni yasayis sekillerinin deneyip durulmasi sonucunu yaratmistir. Aslinda denebilir ki Amerika su anda dunyanin en buyuk sosyal labaratuari gorevini gormektedir. Bu labaratuar icinde pek cok yasam sekli denenmekte, atilmakta, yenileri getirilmektedir… Bu labaratuarda yasamak herkes icin uygun olmayabilir, disaridan bakanlarin ise tamamen kafasini karistirmaktadir. Cunku bu deneme, eskiden sinirlari belli olan alanlar arasinda sinirlari silmeye baslamistir. Surekli siritan, sakalasan “anchor”‘larin sundugu eglence/haberler, birbirinin icine karisan muzik stilleri, ev ve is, kari ve koca rolleri, gittikce gri renkler almaya baslayan yerlere orneklerden sayilabilir.

Ama bu bilinmezlikleri ve denemeleri, eski toptan kulturun olum kivranislari ile karistirmamak gerekmektedir. Bu neo-pislik, toplumda olan bilinmezlikten faydalanip, acaip merkezlerden finanse olup nedense en alt seviyeye hitap etmeyi basarmis, ve kendine has acaip bir homojen dunya yaratmistir. Bu dunyada ac gozluluk, sinirsiz hedonizm bol bol islenmekte, ve bu homojenlik icinde “asiri uclar” yeni normallik sayilmaya baslamistir. Bu alternatif dunya kadinlar hep sekse hazir, otorite figurleri gereksiz, sekreter bile zengin ve iki arabasi, Malibu’daki eviyle mutlu halde betinlenmektedir - ve bu acaip mesaj, tum kanallardan dunya kulturleri uzerine pompalanmaktadir..

Akimlar Savasi

Is dunyasi, degisimi en iyi idare edendir: Uzay arastirmalarinin buyuk miktarda besledigi innovasyon, teknoloji, arastirma/gelistirme, yeni urunler, fikirler ve hedefleri beraberinde getirmis, bilgi toplumu olma yolunda en buyuk mesafe burada alinmistir.

VE, kacinilmaz olarak akimlararasi savas, ilk kez burada kendini gostermistir. Mesela, eski ekonominin gerektirdigi “surekli ise gitmek” icin gerekli olan ulasim agi, bu agin varligi uzerinden para kazanan lobinin baskilari sayesinde Bill Clinton hukumetinden (bile) 203 milyar dolarlik onarma projesi parasi koparmayi basarmistir. Halbuki kazalari azaltmak icin trafik isaretlerinin bile bilgisayar sistemine cevirilmesi, cok pahali onarim projesinden daha faydali olacaktir… Ama rusvet, bir takim kirli islerin de bol bol dondugu “habire beton dokelim”‘ci II. akim lobisi, bu gelisimin onunu almayi basarmistir. Borsada bile, Finans Muhasebe Standartlari’nda cevirilen dumenler uzerinden bilgi ekonomisinin urettigi “elle tutulmaz (intangible)” degerlerin daha az tercih edilmesine sebep olunmus, ve dolayli yoldan bilgi sirketlerinin sermaye ve is gucu cekmesi zorlastirilmistir. Ama bu alanlarda eski cephe suratle konum kaybedecektir.

Fakat eski mentalitenin hakim oldugu devlet idaresi ve burokrasi, artik kendi cokusunu saklayamaz hale gelmistir. Ulus devletlerin etkisinin azaldigi, devletlerotesi kuvvetlerin, gayri-merkeziyetciligin at kosturdugu bir ortamda, Al Kaida gibi gayri-merkezi bir kuvvetin planlari, ayri devlet kurumlarinca hissedilmesine ragmen, bilginin asiri departmantalize edilip birlestirilememesi, teror olaylarinin oldugu gun televizyondan naklen seyredilmesi sonucunu getirmistir. Burada suc, yeni dunyada gereken, CIA, FBI, Gocmen Burosu gibi “burokrasi adalarinin” arasinda gereken iletisimin kurulamamis olmasi, ve II. akimin III. akim yontemlerinden siki bir tokat yemesinden ibarettir (Al Kayda’nin mentalitesini ovdugumuz sanilmasin, III. akim yontemlerini kullaniyorlar ama kafalari I. akimda tabii).

Burada burokrasilerin tanimini iyi yapmak gerekiyor: Burokrasiler insanlari organize etmenin yollari degil, bilgiyi organize etmenin yollaridirlar. Sanayi mentalitesi, bilgiyi idare icin hemen onu parcalara ayirip, basina bir “bekci” atayarak departmantalize etme yoluna gitmistir, ama bu, network’un hukum surdugu, surekli degisimin oldugu ve iletisiminin arttigi yeni dunyada yapilmasi gereken en son harekettir.

Ilginctir ki 11 Eylul’den sonra bile, ABD burokrasisinin dersini almadigi, ilgili tum burokrasi birimleri bu sefer “daha da buyuk” bir piramitin altina tikmasi ile iyice belli olmustur. Bu yeni koca piramit, ya da yeni ismiyle “Department of Homeland Security”, iletisimi ustune bir kat daha paralize etmesi sebebiyle, bu sefer hic degilse azicik isleyen ve felaketlerle ilgilenen FEMA’nin bile icine etmeyi basarmistir… Katrina kasirgasindan sonra New Orleans’ta yasanan sefillik, ABD’nin burokrasi yapisinin curumuslugunun gostergesinden baska bir sey degildir. Onumuzdeki yillarda bu tur burokratik Katrina’lar daha fazla yasanmaya baslanacaktir.

Saglik

Cokmeye hazir diger sistemler arasinda saglik ve (tabii ki) egitim sayilabilir.

Saglikta, ABD’nin kisi basina $4500 harcamasina ragmen, hastanelerdeki temizlik eksikligi yuzunden tedavi icin gidilen hastanelerde kapilan yeni hastaliklardan her yil 90,000 kisi olmektedir. Bu gelismis bir ulke icin tam bir felakettir. Fakat esas sorumlu hastaneler, saglik burokrasisi ve ilac sirketleri arasinda olusmus hiyerarsik ve acaip triad yapisidir. Bu yapi, eski mentaliteye gore kurulmus ama artik hastaliklari “toptan” yokedilecek turden hastaliklar olmamasi sebebiyle, artik etkisiz kalmaktadir. Yeni hastaliklar, degisen yasam sekillerinin getirdigi stres, seyahat odakli kalp, akciger kanseri gibi hastaliklardir.

Bunun ustune eski sistem (basarisinin kurbani olarak) baz hastaliklardan kurtuldugu icin daha uzun yasattigi yaslilarin sayisinin artmasi ile, yeni finansal sikintilara sebep olmustur. Cozum, insanlari fabrika bantinda “isleyen” eski usul saglik fabrikalarini arttirmak, ya da harcamalari “azaltmak” yerine, III. akimin gerektirdigi kisisel, soruna odakli, psikoloji yardimi da iceren ve buyuk ihtimalle akilli ilac sirketleri tarafindan Internet uzerinden saglanabilecek turden saglik yardimi olmalidir cunku mevcut haliyle sistem, iflasa dogru gitmektedir.

Avrupa

Avrupa, ABD’de yasanan dertlerin cogunu aynen yasamaktadir. Saglikta hep “daha iyi” diye bilinen AB ulkelerinden Ingiltere’de “milli saglik sistemi ile ilgili olarak ‘kriz’ kelimesinin duyulmadigi bir gun bile gecmez olmustur” [2]. Alman saglik sistemi basini tarafindan “cokuyor” diye tarif edilmekte, Isvec saglik sistemi ise “bariz finansal dertte” olarak tarif edilmektedir.

Fakat AB ulkelerinin esas derdi, ABD’nin is dunyasinda yasadigi III. akimin ruzgarini bile yakalayamamis olmalaridir. Burada, AVrupa’li insanlarin aslinda “teknoloji sevmez” olmalari [3] buyuk rol oynamaktadir - bu durum, tarihleri goz onune alinirsa anlasilir olabilir, fakat bilgisayar merkezli servis/bilgi ekonomisine gecisi zorlastirmaktadir. Ayrica girisimin onundeki burokratik engeller, bu alanlarda yeni isler yapmak isteyenleri bile yavaslatmakta ve genel dinamizm’de duraklamaya sebebiyet vermektedir. Bu sebeple bilgi/servis ekonomisinde ileri olan ulkeler, AB’nin temel tasi olan ulkeler degil, etkisini daha az hisseden “uzak uclardaki” Irlanda, Finlandiya gibi ulkeler olmustur.

Burada AB, yine tarihinin bedelini odemektedir. Fransa, Almanya gibi ulkeler tam anlamiyla sanayilesmis ulkelerdir ve bu ulkelerin tum toplumsal, sanatsal, burokratik yapilari buna gore sekillenmistir. Fakat bu miras ve mentalite, artik yeni dunyada bacakta bagli pranga gibi tum toplulugu geride tutan bir faktor olmaktadir. Politik olarak bunun yansimalari, daha fazla burokrasi, daha fazla merkeziyetcilik olarak gorulen AB projesi ve anayasasinin halk tarafindan desteginin kaybedilmis/kayboluyor olmasidir.

Turkiye

Bu kavramlar ve aktorler ile direk iliskide olan Turkiye, kritik bu cagda kendini ilginc secimlerle yuzyuze bulmaktadir. Turkiye, sanayilesmesini tamamlamamis ve kimliginin uyumsuzlugu sebebiyle hic bir zaman tam anlamiyla tamamlayamayacak bir ulke olarak AB ile politik uyum iliskileri surdurmekte, ABD ile stratejik alakalarini devam ettirmektedir. AB “sanayi kulturu” eski solcu/sagci grup uzerinde halen etkilidir, ABD toptan-kulturu ise “sanayi kafali” ama post-modern olmak isteyen saskin bazi gencler uzerinde etkisini surdurmektedir. ABD’nin dini ozgurlukleri ise AB’ye bir alternatif olarak muhafazakar kesimimizde ilgi gormektedir.

Tum bu kavram karmasanin arasinda esas gorulmesi gereken, AB’nin teknofobisi, ABD’nin toptan kulturunden uzak durulup, sanayi yerine bilgi/servis ekonomisine tum gucle yuklenilmesi ve bunun icin gerekli stratejik secimlerin yapilmasidir. Cunku ulkemiz insanlarinin kimyasina en uygun gelisme sekli olarak, bilgi/servis ekonomisi olacaktir; Burada AB ile devam eden iliskiler, belki de, iyi hanesine aktarilacak “kotunun iyisi” bir firsati saglayabilir: Mesela Cerceve Programinda gundeme gelen ARGE para kaynaklari, AB “kagni burokrasisi” ile ugrasmaya alismis, belki bu konuda bilim adamlarimiza ozel servis bile saglayabilecek kisiler uzerinde acilen ekonomiye pompalanabilir.

Bu baglamda, Turkiye devrimsel bir atilim ile, video bazli, gayri merkezi bir egitim sisteminin yolunu acarak buyuk mesafeler katedebilir. Bilgi teknolojisinde alaninda en iyi, en cok yayin yapmis ve referans edilmis hocalarin derslerinden kaydedilmis goruntulerin kaynak sagladigi “sinif yerine proje bazli” bir yeni egitim sistemi ile, artik mevcut ogrenci sayisini idare etmesi mumkun olmayan egitim sistemi uzerindeki yuku azaltma yoluna gitmelidir. Cunku 90’larda oldugu gibi bir nesli daha heba etmemiz soz konusu bile degildir cunku halen genc olan nufus, 15-20 sene sonra genc olmayacak, ama ekonomiye bir ucundan katilamazsa buyuk sayisi sebebiyle derin sosyal problemlere sebebiyet veren bir nesil halini alacaktir.

[1] Devrimsel Servet, Toffler, A.

[2] British Council

[3] II. Dunya Savasi sirasinda Adolf Hitler’in teknolojiyi kitle (mass) yoketmek amacli olarak surekli kullanmasi, bugunku Avrupa’lilarin teknoloji konusunda agzinda kotu bir tat birakmis olabilir.