View on GitHub

thirdwave

Demokrasi Makinasi

Endüstriyel toplumlarda, demokratik olsun olmasın, güç entegratör elitin elindedir.

Bu elitin kendi içinde ise her zaman üst-orta-alt kademelenmesi vardır. Bu “yemlenme sırası (pecking order)” hep ortaya çıkar - toplumda darbeler, devrimler yapabilirsiniz, fakat hemen arkasında bir öncekine benzer üst-orta-alt elit kademelenmesi kendiliğinden oluşacaktır. Ayrıca bir sanayi toplumunu demokrasiden otokrasiye, sonra tekrar geriye çok rahat bir şekilde geçirebilirsiniz çünkü elit her halükarda işleri yürütmeye devam edecektir.

Bir kere kurulduktan sonra entegratör elit genişlemek istemez, daha doğrusu, bunu “tercih” etmez. Fakat eğer bu yönde çok baskı görürse, genişlemeyi seçecektir - o zaman yönetime dahil etmek istediği gruptan belli bir “temsilciyi” içine alarak yemlenme sırasında bir seviyeye dahil eder. Batı’da bu durum, mesela işçi hareketleri sonrası vuku bulmuştur: İlk başta elit tarafından çok sert tepki gören, dayak attırılan işçilerin içinden bir “temsilci” (sendika lideri kimliğinde) elit tabakasına dahil edilerek “tek bir nokta” üzerinden sistem dahil edilmesi sağlanmıştır. Böylece işçi hareketi elit içinde erimiştir.

Girdi

Bu grup, demokrasiyle yönetilen toplumlarda halkın tepkilerini karar mekanizmasına “girdilerden sadece biri” olarak görür, bu yüzden halkın isteklerinin direk değil, her zaman “filtrelenerek” sisteme dahil edilmesini tercih eder. Zaten oy vermek “sürekli” vuku bulan bir oluş değildir - ABD başta olmak üzere tüm demokratik ülkelerde “demokrasi makinası” arada sırada açılip ardından hemen kapatılan bir alet olduğu için makina kapatıldığında elit diğer çıkarları gözetebilecektir. Yanlış anlaşılmasın: Demokrasi “her kişiye bir oy” kavramı sayesinde, sayıca her zaman daha fazla olan fakir insanların sistemden başka hiçbir şekilde alamayacakları yardım, servis ve parayı koparabilmelerini sağlamıştır - bu açıdan demokrasi alternatiflerinden her zaman daha yeğdir. Fakat endüstriyel ülkelerde tam anlamıyla demokrasiden hiçbir zaman bahsedilemeyecektir.

ABD’de, başkanlık seçimi bile bir filtrelemeye tabi tutulmuştur - iki büyük parti sistemi teşvik edilerek, “istenmeyen” adayların daha halk önüne çıkmadan parti içinde elenebilmesinin önü açılmıştır. Yakın tarihte Demokrat Parti’de ikinci dalganın çıkarlarına uymayan Howard Dean hareketi, elit+toptan medya’nın birleşik harekatı sayesinde halk önüne çıkmadan parti içinde bu sayede nötralize edilebilmişti.

Fakat bu ikinci dalga yapısının eksikleri, gittikçe karmaşıklaşan hayatın ihtiyaçlarını karşılıyamaması sebebiyle ABD’de sarsılmaktadır. Toptan medya’nın sağından solundan cirit atılabilmesini ve fikirlerin iletilmesini hızlandıran Internet sayesinde, zaten gayrı merkeziyetçiliği genlerinde taşıyan Amerikalıları daha çok katılım istemesini teşvik etmiştir. Kendini hiç bir partiye bağlamayan ve kendini “bağımsız” olarak gören insanların sayısındaki fahiş artışların arkasındaki sebep, bu olgunun göstergesi sayılmalıdır.

Çünkü yeni dalga, gitgide daha fazla katılım istemektedir. Bu yeni neslin en bariz, en eğlenceli, hatta geçimini şu anda tamamen eski dalganın işlemezliklerini alaya alarak kazanmakta olan komedyen Jon Stewart, (nadir) ciddi ifade ile verdiği röportajlarının birinde Irak Savaşı ve büyük kararlarda artık yeni neslin “sürekli fikrinin sorulmasını” beklentisini yansıtmıştır. Bu nesil, “halka sorulur, başkan seçilir -> başkan kararlar verir -> kararlar başarısız ise halka tekrar sorulur” gibi bir zinciri anlamsız, yavaş, ve yetersiz bulduğunu söylemektedir. Yeni nesil, büyük kararlarda sürekli fikrinin sorulmasının beklentisindedir.

Turkiye’de Entegrator Elit

Türkiye’deki elit tabakası da sanayileşme projesinin gerektirdiği şekilde kendini merkezi şekilde örgütlemiştir. Bu elit, zamanında güçlü sanayici olmaması sebebiyle öncelikle bürokrat/asker çevresinde temerküz etmiş, daha sonra hiyerarşisine “politikaçıyı” eklemiş ve en son adımda büyük işadamları da “kısmen” içine dahil etmiştir. Zincirde, tüm elit tabakalarında olduğu gibi, herkesin yeri, yemlenme sırası ortadadır - bu zincir uzun süre asker+bürokrat -> politikaçı -> işadamı olarak planlamıştır. Mesela Süleyman Demirel’in 90’lardaki başbakanlığı sırasında kendisine muhalif görüş beyan eden TÜSİAD hakkında “vakitsiz öten horozu keserler” şeklindeki bir tepkisini bu zincirdeki net sıralamaya verebiliriz.

O zaman, tüm bunları göz önüne alarak Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında vuku bulan gerilimleri şöyle analiz etmemiz mümkün olacaktır. Şu anda Türkiye’de entegratör elit üzerinde 3 çeşit baskı mevcuttur.

1) Genişleme Baskısı: İkinci dalganın kendi (geri ama normal) iç gelişimine uygun olarak, sistemde yeni bir aktör belirmiştir. “Anadolu sermayesi” olarak betimlenen bu grup, mütevazı geçmise sahip, oldukca aktif girişimci yapısıyla başarı kazanmış ve artık karar mekanizmasına dahil olmak isteğindedir. Bu insanlar, ayrıca geldikleri Anadolu arka planları sebebiyle daha muhafazakar yapıdadırlar.

2) Üçüncü Dalga Baskısı: Yeni bilgi teknolojilerin tetiklediği “bilgilenebilme”, insanları daha “haberdar” yapmış ve eski “merkezi” “toptan medya” kanalları haricinde bilgi alabilmelerini sağlamıştır. Bu durum, “bilgi tekelini” elinde tutan entegratör elitin kaçınilmaz olarak iktidarını törpülemektedir.

3) Yabancı Entegratör Elit Baskısı: Sanayileşmiş ülkelerin, içte standartlaştırıp, merkezileştirip, tek-tipleştirdikten sonra kaçınilmaz olarak dışarıya uzanacaklarını biliyoruz. Bu durum, Rusya, AB ve ABD entegratör elitlerinin hepsinin bir şekilde “entegre etmek” istediği Türkiye için de muhakkak geçerlidir. Tabii Türkiye burada pasif/gariban bir ülke olarak sayılmamalıdır çünkü yerel elitin de muhakkak kendi çapında “entegre etmek” çabaları ve yönü vardı.

Bu oluşumların hiçbiri, doğal olmayan ve korkulacak oluşumlar değillerdir, risk seviyeleri idare edilir boyutta bile olabilirler. Ama Türkiye’de gerilimi katlayarak arttıran faktör 1) tüm baskıların aynı anda olması 2) entegratör elitin pergelini şaşırıp değirmenler ile savaşmayı seçmiş olmasıdır.

  1. baskıda belirtilen baskıya karşı verilmesi gayet normal tepkiler, ülkemizde de endüstrinin dinler ile (tabii ki) kavgaya girmesi, ama bu topraklara özel olarak yerel sanayimizin İslam gibi yaşamı daha çok kontrol eden bir dini ezemeyecek olması sebebiyle, istediğini bulamamış/endiseli (frustrated) hissiyat üzerinden sadece köylü İslam’ına verilecek bir karalama kampanyasını başlatma sonucunu vermiştir. Bu yönlendirme, art niyetli bir dezenformasyon kampanyası bile olmayabilir. Hissedilen gerçek bir korku ve o korkunun Jung’un “gölge” olarak belirttiği iç mekanizma üzerinden “sınire” dönüşmesi durumudur.

  2. baskı, Amerika’daki elitlerin de hissettiği ve bilgi/servis ekonomisinin kaçınilmaz bir sonucu olarak temerküz etmektedir. Buradaki endise, bırakın elitin yönetimi yeni “bir” aktörle paylaşmasını, iktidarın “tüm halkla” paylaşılmasını gerektirdiği için, entegratör eliti gerecektir.

  3. baskı, Türkiye’nin coğrağı konum itibariyle üzerinde olan her yöndeki entegre isteklerinden, ve bunların bazen çekisen yönlerinden ortaya çıkmaktadır. Bu durum, yerimizi değiştirmek söz konusu olmadığı için ortadan kaybolmayacak sabitlerden biridir.

Elitimizin kendi dışa dönük entegrasyonu ise coğrafik talihsizliklere kurban olmuştur. Sanayinin Ortagodu’da ve bizde yeterince yeşermemiş olması sebebiyle bizim ikinci akımın entegrasyon isteklerinin bir bacağının hem topal kalmıştır. 1. ve 2. Şah zamanlarında İran yönünde denenen çabalar, Batılı ülkelerin fosil yakıt odaklı bölgeye sürekli müdaheleleri sebebiyle bu ülkeler ile sanayici usulü bir entegrasyonu imkansız kılmıştır. Bu yüzden “uzanamayan” entegratör elitimiz, içeride sıkışmış, ve üstüne birkaç yönden gelen entegrasyon isteklerinin arasında bocalamaktadır. Kendi tek-tipleşme, uluslaşma amaçına uygun olan tek açılımı “Hazar denizinden Çin Seddine Türk dünyası” gibi hamasi bir çıkışla bir süre denemiş olsa da, bu aşırı sesli söylem bölgedeki tüm ciddi aktörleri gereksiz şekilde korkutmuş, onları defansif olmaya itmiş, ve söylemin büyük iddasının imkansızlığı ile içi boş kalmıştır.

Ayrıca bu istekler tek başına idare edilecek boyutlarda olmasına rağmen, negatif etkileri arttıran durum hepsinin aynı anda vuku bulmasıdır. Üstüne üstlük sanayileşmenin ülkemizdeki tarihinin kısa tarihi sebebiyle entegratör elit tabakası koflanmaya başladığı ülkelerdeki boyutlara ve “doğru” hiyerarşik bile yapıya erişmiş değildir (mesela işadamı->bürokrat+politikaçı->asker). Kuzey Irak operasyonunun asker tarafından istenmesi ama TÜSİAD tarafından geri çevirilmesi bu kopukluğun (ya da düzelmeye başlamanın) bir işaretidir - Huntington’un Türkiye’ye bakarak “bölünmüş ülke” sözünü söylemesinin bir sebebi olmalıdır: Huntington içinden geldiği sanayici cenahin tipik özelliği olarak bir ülkede hemen entegratör elite bakmakta, ama bu eliti bölünmüş gördüğü için ülkeyi de “bölünmüş” olarak yargılamaktadır [1].

AK Parti

Peki AKP hukumeti bu baskilarin hangisini temsil etmektedir? Cevap: Hepsini.

Entegrator elit ile kendi sorunlarini yasamis olan AKP, bundan daha da onemlisi halkin buyuk cogunluguna dayanan bir hareketi temsil etmesi sebebiyle dahil olma ihtiyaci ile yukaridaki baskilarin hepsinde bir taraftir. Fakat bunun kolay izlenebilecek bir secim oldugunun zannedilmemelidir: Bu baskilarin kendi ic catismasi olmasi gayet mumkundur - AKP, o noktada, bu baskilarin arasinda bir duzenleyici/secici (arbitrar) islevini yurutmeyi secmistir. Mesela AB ve ABD entegrator elitin cikarlari catistiginda (ornek, tezkere) taraflardan birinin secilmis ve halka iliskilerde oteki tarafa sicak mesajlar verilmeye ugrasilmistir - tezkerede AB’nin (ve ayrica ulkenin) cikarlarina oncelik verilmistir. Burada Tayyip Erdogan’in “tezkerenin cikmasini istiyordum” mesaji bu dengeleme gayretinin gostergesi sayilmalidir - eger hukumetin tercihleri aksi yonde olsa tezkerenin cikacagindan suphe yoktur.

AKP, Islami gecmisinin sanayi ile surtusmesi ve uluscu merkeziyetciligin ulkenin butunlesmesini tehdit ettigi gozleminden hareketle ucuncu dalga yonunde atilimlar da yapmistir. Turkiyeli soylemi, Cumhuriyet tarihinin en liberal kadin haklari yasasi, Internet baglantilarina getirdigi ucuzluklar, kolayliklar, okullara bilgisayar alimi gibi atilimlar bu merkezden gelen icraatlarin sonucudur.

Elit

Entegrator elit, mevcut tum baskilarin sonucu olarak hakli olarak gucunun bir kismini kaybedecegini gormektedir. Bu, daha palazlanamadan yarida kesilmis bir elit yapilanmasi olacaktir fakat bilgi cagina adapte olmasi gereken, bolgesi ile sifir sorun yasamak isteyen bir Turkiye’nin onunde baska bir secenek gozukmemektedir. Bu hedef baglaminda ulkemizin su anki Cumhurbaskaninin sergiledigi disislerinin mutfakta pisirdigi bir strateji cercevesinde bile bir komsu ulke lideri ile gorusmeme gibi hariciyesel hatalari yapmak luksu yoktur. Bu sekilde davranislarda bulunacak ikinci bir Cumhurbaskaninin gelmemesi bolge cikarlarimiz acisindan onemli olacaktir.

Elitin onunde onemli bir secim vardir, ya genisleyecek ya da ulkenin gelismesini baltalayacaktir. Ne yazik ki bu secimi rasyonel bir sekilde yapacagi halen belli degildir - baskilarin ezici psikolojik etkisi ile bu grup, listelenen kalemler arasinda paranoyak baglantilar kurmaktadir: Mesela 1. ile 3. baski arasinda bir baglanti hayal ederek, tezkerenin gecmemesi icin aktif olarak ugrasmis olan Abdullah Gul hakkinda ABDullah Gul yakistirmasi yapmak, ya da 2. ve 3. baski arasinda bir baglanti ile ucuncu dalganin parcasi olan tek-tiplesmenin bozulmasini yabanci entegratorun “ulkeyi ele gecirdigi” gibi bir gozlemi tetiklemesi sayilabilir. Sanki entegrator elit, korku icinde yagan yagmur ve yuruyen bir tavuk gormekte, ve “tavuk yurudugu icin yagmur yagiyor” sonucuna varmaktadir. Bu ciddi bir zihin bulanmasinin isaretidir.

Ozet

Sanayinin gerektirdigi muthis ic entegrasyon (cunku piyasalar birlestigi, standartlastigi surece etkilidir), ulus-devleti ve entegrator elit tabakasini dogurur. Turkiye’de sanayi oncesi yarim olusmus bu grup su anda genisleme, dis elit ve bilgi caginda marjinalize olma baskisi altindadir. AKP, cagin gerektirdigi tum ruzgarlari Turkiye’ye yoneltmistir ve bunlarin arasinda bir dengeleyici rolunu surdurmektedir. Ucunucu dalganin etkisi AKP’nin kendi yetkilerini azaltacak olmasindan kendileri endiseli gozukmemektedirler - burada zannediyoruz Cin yonetimi ile ayni hissiyati paylasiyorlar. Toffler Cin’i en son ziyaretinde ona “x sayida insan birinci, y kadar insan ikinci, z kadar insan ucuncu dalgada yasiyor” diye ona rapor veren Cin yonetimi aslinda baska bir kararini daha belli etmistir: Bilgi/servis ekonomisi ve onun yonetimsel gereklilikleri sonuna kadar yerine getirilecektir, bu kendi yetkilerinin kacinilmaz sekilde azalmasi demek olsa bile.

Umudumuz ulkenin daha katilimci, ucuncu dalgaya yakisan bir sisteme kavusmasidir.

[1] Huntington bu gozlemleri yaparken kendi ulkesinde halk bazindaki bolunmeyi goz ardi etmektedir ve esas bolunme budur. Cunku ABD’de akimlararasi cekisme daha ileridedir fakat Huntington anahtar sadece “gozunun gordugu yerde” aramaktadir.