View on GitHub

thirdwave

Uzlasma ve Pragmatizm

[..] Eğer diktatörlüğün kaçınılmaz olduğu, faşizm ve komünizmin önümüzde duran zıt “aşırılıklar” oldukları doğru olsaydı, bu durumda seçilecek en emniyetli konum nedir? Tabii ki, orta yol. Zenginler için “ılımlı” bir miktarda hükümet kıyakları ve özel ayrıcalıklar ve fakirlere “ılımlı” miktarda hükümet sadakaları olan; haklara “ılımlı” bir saygısı olan ve “ılımlı” derecede kaba kuvvet kullanan; “ılımlı”bir derecede adaleti ve “ılımlı” bir derecede adaletsizliği olan; “ılımlı” bir miktarda güvenliği ve “ılımlı” bir miktarda terörü olan; ve prensipleri, tutarlılıkları, nesnelliği, ahlaki olan ve uzlaşmayı reddeden “aşırılıklar” hariç, her şey için ılımlı bir miktarda toleransı olan, güven verici şekilde tanımlanmamış, belirsiz, karma ekonomi, “ılımlı” orta.

Diğer her şeyden üstün bir erdem olan uzlaşma fikri, karma bir ekonominin ahlaki zorunluluğu ve ahlaki önşartıdır. Bir karma ekonomi iki zıt elementin kararlı olamayan, sonunda ya birine veya diğerine dönüşecek olan patlayıcı bir karışımdır; karma ekonomi özgürlük ve kontrollerin bir karışımıdır; faşizm ve komünizmin bir karışımı değil, kapitalizm ve devletçiliğin (tüm versiyonlarını da içeren) bir karışımıdır. Desteklenmesi mümkün olmayan, çürümüş statükoyu desteklemeye çalışanlar panik içinde statükonun tamel unsurlarının iki “aşırısını” ortadan kaldırma yoluyla statükonun ömrünün uzatılabileceği çığlığını atıyorlar; bu iki aşırı, kapitalizm veya tam diktatörlüktür.

Şaşkın, ahlakını kaybetmiş, zararlı derecede esnek, mukavemet göstermeyen insanların kaosu diktatörlüğü besler. Fakat kapitalizm tavizsiz duruş gerektirir. Bir şeyi yıkmak gayet kör bir şekilde, rasgele yapılabilir, fakat yapmak özel prensiplere sıkı sıkıya yapışmayı gerektirir. Refah devletçileri iftira ve susturma ile kapitalizmi ortadan kaldırmayı ve “gönüllü” itaat, daha fazla hükümet gücü konusunda pazarlık yapma ve uzlaşma yoluyla diktatörlükten kaçınmayı ummaktadırlar.

Bu durum bizi “aşırılık” teriminin daha derin sonuçlarına götürür. Bu “anti-kavramın” (her konuda) uzlaşmasız bir duruşa karşı olarak tasarlandığı açıktır. Uzlaşmanın ahlakla uyuşmadığı da aşikardır. Ahlak alanında uzlaşma, kötülüğe teslim olmak demektir.

Temel prensipler üzerinde hiçbir uzlaşma olamaz. Ahlaki konularda hiçbir uzlaşma olamaz. Bilgi, hakikat, rasyonel kanaatler konularında hiçbir uzlaşma olamaz.

Eğer uzlaşmacı olmayan bir duruş “aşırılıkla” karalanacaksa, bu durumda bu karalama her türlü değerlere bağlı olmaya, prensiplere sadakate, samimi inanca, tutarlılığa, tutkuya, bozulmamış hakiki gerçeğe olan her türlü sadakate, yani her dürüst insana yöneltilebilir. Bu anti-kavram bu tür şeylere karşı kullanılmıştır ve kullanılmaktadır. Burada daha derindeki kökleri, “anti-kavramların” yayılmasını sağlayan gerçek kaynağı görmek te mümkündür.

Bu kaynak şunlardır: Üniversitelerimizden çıkan modern felsefenin çöküşünün meydana getirdiği şüpheci, epistemolojik olarak irrasyonel ve ahlaken sübjektif, kronik korku içinde mahvolmuş, kendilerini karşısında yetersiz gördükleri realitenin mutlaklığından kaçmaya çalışan zihni felç olmuş, öfke yüklü nevrozlular. Korku onları (bayağılılığı bir ahlaki ideal statüsüne yükseltmeyi sağlamak için) kurnaz siyasi vurguncularla ve pragmatist oy hırsızları ile birleşmeye iter. Bu, karma ekonominin duymayan, uysal, itaatkar, asla sıkıntı yaşamayan, asla çok fazla umursamayan, her şeye uyan ve hiçbir şeye bağlı olmayan, ılımlı çekingen kişinin ahlaki idealidir.

Entellektüel bir hareketin çöküşünün en iyi kanıtı, onun nihai bir ideal olarak “ılımlılık” istemekten başka sunacak hiçbir şeyin olmadığı gündür.

İnsan toplumlarının yolunu çizen ve kaderini belirleyen felsefenin gücü konusunda şüpheliyseniz, karma ekonomimizin “pragmatizmin” ve onun etkisi altında oluşturulan kuşağın hukiki, inanarak gerçekleştirilmiş ve ürünü olduğuna dikkat edin. Pragmatizm hiçbir nesnel realite veya kalıcı doğru olmadığını, mutlak prensiplerin bulunmadığını, hiçbir gerçeli soyutluk, hiçbir sağlam kavram bulunmadığını, her şeyin göz kararı denebileceğini, nesnelliğin kollektif öznellik içerdiğini, insanlar neyi isterse doğrunun o olduğunu, insanların neyin var olmasını istese onun var olduğunu (bir konsensüsün böyle demesi şartıyla) savunan bir felsefedir.

Nihai felaketi önlemek istiyorsanız, karşılaşmanız, anlamanız ve reddetmeniz gereken bu tip bir düşüncedir; onun savlarının her biridir ve hepsidir.

Kant’ın aklı realiteden ayırmasından beri, onun entellektüel torunları gayretle çatlağı genişletiyorlar. Akıl adına “pragmatizm” sadece içinde bulunan ani düşünmeyi aydın bir yaşam perspektifi olarak, içerik göz ardı etmeyi bir epistemoloji kuralı olarak, kolektif sübjektivizmi metafiziğin alternatifi olarak yerleştirdi. Mantıksal pozitivm bunu daha da ileri götürdü ve bilginin dil oyunlarını içerdiğini ilan ederek, akıl adına düzenbaz avukatların köhne psiko-epistemolojisini bir bilimsel epistemoloji sistemi konumuna çıkardı.

Bu gibi teorileri savunanlar istedikleri kadar dikkatle teori ve pratik arasında bilginin etrafında dolaşsınlar, felsefeyi istedikleri kadar nazla bir salon ve dershane oyunu olarak görmeye çabalasınlar, genç insanların kendilerine pratik davranışlarda yol gösterecek teorik bilgiyi almak için üniversitelere gittiği gerçeği yerinde duruyordu. Felsefe hocaları, ne yazık ki, fikirlerinin realiteye uygulanması konusunu ve bu ihtiyacı göz ardı etmeye çalıştılar.

Bunun bir sonucu olarak bir öğrenci 4-8 yıllık eğitimin ardından modern bir üniversiteden kafasında şöyle bir tortu ile çıkmaktaydı; varoluş balta girmemiş, bilinmeyen bir ormandir, korku ve şüphe insanların normal durumudur, kötümserlik olgunluğun işaretidir, iyiliğe inanmama gerçekçiliğin işaretidir ve hepsinden öte zekanın reddedilmesi bir zekanın işaretidir.


[1] Rand, A. Capitalism: The Unknown Ideal