View on GitHub

thirdwave

Tarihin Tozlu Rafları

Alvin Toffler, Powershift, 2000, sf. 412-414

Sosyalizm’in çöken bir diğer bacağı, “donanıma” olan aşırı vurgusudur; onun hem tarım hem de bilgi işini küçümsemesi, ona yukarıdan bakmasıdır.

1917 devriminden sonra Sovyetlerin demir-çelik endüstrilerini, barajlarını, otomotiv sektörlerini kurmaya yetecek sermayeleri yoktu. Hal bu olunca onlar E. A. Preibrazhensky adlı bir ekonomistin “sosyalistlerin ilkelliği gasp etmesi / toparlaması” şeklindeki fikirlerini takip etmeye başladı. Bu teoriye göre gerekli kapital köylülerin ümüğü sıkılarak elde edilebilecekti; elde edilecek kapital ağır endüstriyi sübvanse etmek için kullanılabilecekti.

Nikolai Bukharin adlı bir Bolşevik lider buna karşı çıktı; tabii ki bu karşıtlığının bedelini hayatıyla ödedi. Öngörüsünde haklı da çıktı, köylüleri bu şekilde aşırı zorlamak, hayat standartlarını en aşağı seviyeye çekerek “artı değerlerini” talan etmek tarımı çökertecekti. Öyle de oldu. Daha da kötüsü, bu sistemin tek mümkün işletilis tarzı Stalin gibi bir katilin demir yumruğu altında olabilirdi ve bu sistemin sonucunda da milyonlarca insan açlıktan can verecekti. Çinlilerin bu aynı “endüstri tercihi” sonunda tarım tüm sosyalist ekonomiler için tam bir felaket noktası haline gelmiştir ve durum halen devam etmektedir. Diğer bir şekilde belirtmek gerekirse; sosyalist devletler 1. dalga ekonomilerini feda ederek 2. dalga bir ekonomi kurmaya uğraşmışlardır.

Ama sosyalistler beyaz yakalı işleri ve sektörü de rutin olarak aşağılamışlardır.

Sovyetlerin sanatta “Sovyet gerçekçiliğini” emretmesi ve duvarların derhal kol kuvvetiyle demir-çelik işlerinde çalışan işçilerin resimleri ile kaplanması bir raslantı değildi. Çünkü tüm dünyada sosyalizmin amacı hızla endüstriyelleşmek ve bunu yaparken kaş kuvvetini yüceltmek olmuştur. Zihin işleri “üretken olmayan” “zayıf insanların” yaptığı işler olarak görülmüştür.

Bu zihniyetin çıkış noktası tüketime değil, bireysel tüketime dayanmayan bir tür üretime olan aşırı vurgudadır. Antonia Gramsci, hatta (bazen) Mao Tse-tung gibi bazı Marksistler bu görüşe karşı çıkıp pür zihinsel işlerin materyel eksikliğe üstün gelebileceğini vurgulamaya uğraşmışlardır ama Marksist “ana kol (mainstream)” düşüncenin ana teması her zaman materyal üretimi üste çıkarmak ve zihinsel üretimi aşağılamak olmuştur.

Bu Marksist ana kolun tipik düşüncesi fikirler, enformasyon, sanat, kültür, kanun, teoriler, ve diğer elle tutulamayan ürünlerin sistemin “çevre yapısını” oluşturduğu yönündeydi, ki onlara göre bu tür ürünler sistemin çevresinde gezinen, ekonomik “temelinin” üstünde uçuşan bir tür “bulut” gibi durmaktaydı. Bu kişiler bu iki “öbek” arasında bir tür geri besleme olduğunu kabul ediyorlardı fakat ekonomik “bazın” üstteki kavramları “yarattığını” düşünüyorlardı. Bunun tersini iddia edenler ise acilen “idealist” olarak yaftalanıyordu, ki bu kelime o zamanlarda ısıtilebilecek en ağır hakaretlerden biriydi.

Marks, materyel temelin üstünlüğünü vurgulayarak Hegel’in fikirlerini tersine çevirmiş oldu. Fakat tarihin ironisi öyle oldu ki yeni zenginlik üreten sistem bu sefer Marks’in fikirlerini başaşağı etti. Daha doğrusu hem Hegel’i hem de Marks’i yeni çağın üretim metotu iki seksen yere serecekti.

Marksistler için donanım her zaman yazılımdan daha önemli olmuştur; fakat bilgisayar devrimi bunun tam tersinin doğru olduğunu gösteriyor. Yeni çağ bize ekonominin bilgiyi değil, bilginin ekonomiyi yarattığını ispatlıyor.

Toplum bir makina ya da bilgisayar değildir. İnsanlar baza, çevre yapıya, hatta çiplere, silikonlara, bitlere indirgenemez. Daha iyi bir model insanların sürekli değişken ve geri beslemeli bir sistem içinde yaşayan bireyler olduklarıdır. Bu yapının çetrefilliği arttıkça, bilgi bu yapıdaki kişilerin ekonomik ve ekolojik hayatlarını devam ettirebilmeleri için had safhada önemli hale gelmektedir.

Özetlemek gerekirse, temeli elle tutulamayan, “yazısal” olan yeni ekonominin yükselişi sosyalist dünyayı tamamen hazırlıksız yakaladı. Sosyalizmin bu gerçek dünya ile çarpışması onun için ölümcül olacaktı.

Tabii ki sosyalizmin Lenin’in sözündeki o “tarihin tozlu raflarına” hazır olduğu gerçeği, o hayal ettiği rüyanın yokolduğu anlamına gelmiyor. Eğitimin yaygın olduğu, barışın hüküm sürdüğü, sosyal adaletin olduğu bir dünyanın varlığı pek çok insan tarafından hala arzulanıyor. Fakat böyle bir dünyanın eski temel üzerinde inşa edilmesi mümkün değildir.

Gezegenimizde vuku bulan en önemli devrim, yeni, radikal bir metotla zenginlik yaratabilen 3. Dalga medeniyetinin yükselişidir, ve bunu anlayamayan her akım daha yola çıkmadan başarısızlığa mahkumdur.

Hangi devlet bilgiyi, onun akışını engellerse, vatandaşlarını dönük, korkunç bir geçmişe mahkum etmeye kararlı demektir.

Konuya ilgili diger yazilar: Sosyalizm, Marksizm, Sosyalizm Hakkinda, Sosyalizm ve Demokrasi