View on GitHub

thirdwave

Yeni Egitim - 2

Fast Company makalesi, 2007, Elizabeth Sovoboda

Microsoft’un başkanı Bill Gates’in “geleceğin iş gücü için çok endişeliyim” sözünü sarfettiği iyi biliniyor. Şirketin üst kademesi, merkezleri Redmond Washington’da yıllardır baştan aşağı teknolojiyle donanmış bir “eğitim ütopyası” hayal etmekteydi. Bu aslında Microsoft’un diğer yaptıkları düşünülürse mantıklı bir sonraki adımdı; şirketin kampüsünde zaten Geleceğin Evi ve Geleceğin Ofisi sergileniyordu, Geleceğin Okulu bu ambalajlamaya bir ek daha olacaktı. Bu plan, ayrıca, Bill Gates’in teknolojiyi eğitim reformunda “hızlandırıcı bir katalizör” olarak kullanma isteğiyle de uyuşuyordu.

En azından plan, Vallas adında biri bu resme dahil oluncaya kadar böyleydi. Eski Chicago bütçe planlamacısı Vallas, 2002 yılında Philadelphia’daki eğitim bölgesinin (kamusal) sorumluluğunu üstlendiğinden beri bu bölge hiç geçmeyen bir dış ağrısı gibi sürekli onu rahatsız ediyordu. Bölgedeki öğrencilerin sadece yarısı en temel yeterlilik sınavlarını geçebiliyordu, öğrencilerin üçte biri daha mezun olmadan okulu bırakıyordu. Bu negatif rakamları tersine çevirmek için Vallas’ın tutunabileceği tek dal, şirketlerle yapabileceği ortaklıklardı. Vallas şöyle düşünüyordu; iş dünyasında başarı getiren fikirler, sonuç merkezli düşünme, problemleri yaratıcı bir şekilde çözme, bu son derece başarısız eğitim bölgesini kurtarmak için ona yardımcı olamaz mıydı?

Hikayenin gerisi şöyle: O günlerde Microsoft’un eğitim işleriyle sorumlu genel müdürü Anhony Salçıto, Vallas’ın biraraya getirdiği potansiyel şirket ortaklarının davet edildiği bir toplantıda Philadelphia’dadır. Salçıto laf arasında üzerinde düşündükleri Geleceğin Okulu kavramından bahseder. Bunu duyunca Vallas fikrin üstüne derhal balıklama atlar. “Anthony’ye dedim ki, bak, biz de batı Philadelphia’da yeni bir okul inşa ediyoruz, Microsoft, bu okulu kurarken bize vidaşından, dolabına kadar her şeyde yardım etse, okulun herşeyini tasarlasa iyi olmaz mı?”. Vallas Salçıto’ya para işini tamamen şehir bütçesinin üstleneceğini özellikle söyledi, onların Microsoft’tan gelmesini umdukları para değil, bilgi ve sorunları çözmek için yaratıcı fikirlerdi. Zamanlamaları bundan daha iyi olamazdı. Salçıto “taslak anlaşmayı yönetim kademesinde yukarı doğru yolladığımda Bill Gates anlaşmayı 1.5 hafta içinde imzalamıştı” diyor. Bu yıldırım hızıyla verilen karar Vallas dahil pek çok kişiyi şaşırtmıştı, fakat Microsoft’un bakış açısıyla bu plan baştan aşağı bir kazan-kazan senaryosuydu… “Microsoft şehrin fakir çocuklarına yardım ediyor” haberi bile, sadece halkla ilişkiler bağlamında verilen çabaya değerdi. Ama şirket bununla da yetinmeyecekti. Salçıto, Culliane, ve onların diğer çalışma arkadaşları Vallas’ın “okulu kurma” sözünü kelimenin tam anlamıyla yorumlamaya karar verdiler, okulun “her şeyini” kuracaklardı. Okulun müfredatından, not verme yöntemine, orada çalışanların eğitimine kadar bu okuldaki sistemin her noktası gözden geçirilecekti. Ayrıca, okulda kullanılan tekniklerin evrenselliğini (tekrarlanabilirliğini) garanti etmek için, okula girecek ilk 170 çocuğun akademik başarılarına göre değil, rasgele çekiliş / kurra ile seçilmesi kararlaştırıldı. Ayrıca çocukların dörtte üçü okulun kurulmakta olduğu batı Philadelphia bölgesinden gelecekti.

Amerika’nın devlet okul sisteminin işlemediği açıkça bilinen bir gerçek. Bu düzen / kurum aslında oldukça genç bir oluşumdur, Amerikalı çocuklar 1800’lu yılların ortasına kadar ya evlerinde ya da özel okullarda eğitim görmüşlerdir. Sonra Horace Mann gibi reformcular ortaya çıkıp herkesin alabileceği, bedava eğitim fikri için lobi yaptılar. Fakat bu atılım ne yazık ki artık “yanlış gitmiş bir deney” havasında.. Tüm Amerika bazında devlet okullarına giden öğrencilerin sadece üçte ikisi mezun olabiliyor, ve Cleveland, Memphis, Milwaukee gibi şehirlerin fakir bölgelerinde mezuniyet oranları yüzde 50’lerin bile altına düşüyor.

Reformcu Horace Mann, bedava kamu eğitiminin suçu, fakirliği yokedeceğini ve “bilgilenmiş vatandaşlardan” oluşan bir ülkenin inşa edileceğini hayal etmişti. Fakat o zamanki fabrika, işletme sahipleri bu fikri kendi amaçları için kullanmayı tercih ettiler. O zamanki fabrika sahiplerine, yapımı “toplumun vergisiyle” finanse edilen ve sürekli bir şekilde kendilerine “işçi” olarak dönecek insanların üretildiği bir sistem daha çekiciydi. Bu tercih sonunda modern eğitimcilerin “fabrika modeli” diye isimlendirdiği bir müfredat ortaya çıkmıştır. Bu müfredata göre öğrenciler bilgiyi “depolayıp” sonra “geri çıkartmayı”, “iş tablosu” doldurmayı öğreniyordu. Çocuklar test edilirken, sadece baz seviyede bir yazma, matematik bilgisi test ediliyordu, ki bu bilgiler onları “montaj bantı müdürü” ya da “montaj bantı işçisi” yapmaya yetecek kadardı. Öğrenme Hakkı adlı kitabın yazarı Stanford profosörü Linda Darling-Hammond’a göre bu “toptan işleme” usulü kurulmuş, tipik olarak büyük sınıf ve interaktif olmayan eğitim modeli, bariz bir şekilde çağ dışı olmasına rağmen hala yaygın olarak kullanılan eğitim sistemidir.