View on GitHub

thirdwave

İslam’ın Duvarı

Debt, The First 5000 Years, David Graeber

Ortaçağ İslam’ı [..] hukuk kavramini benimsedi, yaşattı çünkü hukuki ilim Peygamber’den kalan bir dini kurum olarak görülüyordu. Ek olarak tarihsel olarak bu cagdaki İslam, devlet kavramını istenmeyen ama “katlanılması gereken bir şey” olarak görmüştür ve dindarların ondan uzak durması gerektiğini vurgulamıştır.

Kısmen bunun sebebi İslami devletlerin kendine has doğasıdır. Hz. Muhammed’in 632’de ölümünden sonraki askeri Arap liderler Sasani imparatorluğunu ele geçirip ve Abbasi Halifeliğini kurmuşlardı, ama hala kendilerini aslen çöl insanları olarak görmeye devam ediyorlardi, ve hiçbir zaman kendilerini yönettikleri şehirlerin bir parçası olarak görmediler. Bu rahatsızlıktan ne yönetilen, ne yöneten de hicbir zaman tam olarak kurtulamadı. Yönetilen topraklardaki insanların yönetenin dinine geçmesi için nesiller geçti, ama bu geçişten sonra bile yönetilenler kendilerini liderlerine yakın hissetmediler. Devlet pür askeri bir güç olarak görüldü, evet halkın inancının korunması için gerekliydi belki de ama temel olarak toplumun dışında olan bir şeydi.

Bir diğer faktör İslam’da halkın ve tüccarın devletin karşısında konumlanmasıdır. Halife al-Ma’mum’un 832’de başarısızlıkla sonuçlanan bir teokrasi kurma denemesinden sonra yeni yönetim dini konulardan uzak durmaya karar verdi. Envai çeşitteki İslami okullar kendi eğitim merkezlerini, kendi yerel yönetim kurallarını tanımlamakta serbest kaldılar. Bu sebeple Mezopotamya, Suriye, Mısır, ve Kuzey Afrika’da İslam’ın yayılmasının öncüleri İslami hukuk ilimcileri olan ulemaydı, [askeri liderler değildi]. Üstüne üstlük ulema, diğer sivil toplum, ticari örgütler, dini cemaatlerle beraber devleti uzak tutmak konusunda bilfiil caba gosterdiler.

Dönemin bir atasözü şöyle der “en iyi prensler dini öğretmenleri ziyaret edenlerdir”, ve devam eder “en kötü dini öğretmenler prenslerin kendini ziyaret etmesine izin verenlerdir”.

Bu kopukluğun çok önemli ekonomik etkileri olacaktı. Halife bir yandan [eski imparatorluklar] gibi davranmaya devam ediyordu, bir tür “askeri-koleci-para basıcı” kompleks mevcuttur, fakat tüm bu olanlar toplumdan tecrit bir fanus içinde vuku bulmustur.

Mesela genişleme amaçlı savaşlar, Avrupa ve Afrika ile ticaret tutarlı bir köle akışını sağlamaktaydı, fakat kadim diğer toplulukların aksine bu kölelerin çoğu ağır işlerde, üretim merkezlerinde çalıştırılmamıştır. Çoğu köle zenginlerin evinde dekorasyon haline geldiler ve zaman geçtikçe artan bir şekilde orduda asker olarak kullanılmaya başladılar. 750-1258 sürecinde Abbasiler en sonunda tamamen Memlüklere dayanan bir askeri güç haline geldi, ve Memlükler Türk bozkırında yakalanan, satın alınan kölelerden oluşuyordu [1].

Kölelerin asker olarak kullanılması o zamana kadar [..] görülmemiş bir şeydi. Çoğu yerde, zamanda köleler silahların yanına bile yaklaştırılmayacak kimselerdi, kıyasla bu düzende iş sistematik bir haldeydi.. Ama garip bir şekilde, aslında, tüm bu olanlar mantıklıydı. Eğer köleler tanım itibariyle toplumdan kopuk kimseler ise, aynı şekilde toplumdan dışarı itilmiş devlet içinde yer almalarından doğal bir şey olamazdı.

Zamanın İslami liderleri toplum ve devlet arasındaki bu duvarı yükseltmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Liderler acısından, orduda kölelerin kullanılmasının bir diğer sebebi bunun dindar kişilere itici gelmesi ve onları askeriyeden uzak tutma gibi ek bir “fayda” sağlamasıydı (çünkü birinin askeriyede bir gün diğer müslümanların üzerine saldırtılma olasılığı her zaman vardı, dindarlar bundan rahatsız olacaktı).

[Ulema tarafında da] hukuki bağlamda sistem öyle ayarlandı ki bir müslümanın (ayrıca hristiyan, yahudilerin de) köle olması imkansız hale geldi. Bu noktada al-Wahid oldukça haklıdır. İslami hukuk İÖ 800-200 arası [kendinden onceki, kadim] yönetimlerin en bozuk taraflarını hedef almış gibidir; rehin, borç, kanuni yollarla kölelik, çocukların sergilenmesi, satılması, hatta kişilerin kendisini isteyerek satması gibi eylemler ya cok zor hale gelmiş, ya da tamamen ortadan kaldırılmıştır.


[1] Burada Türk bozkırı derken “Orta Asya merkezli göçebe bir kitle” kastediliyor, şu anda Türkiye’de yaşayan insanların kültürel, genetik olarak ufak bir kısmı bu coğrafyayla ilinti (en fazla yüzde 30).