View on GitHub

thirdwave

Hafta 4

Mehmet Barlas

Neticede bazı toplumların birkaç yüzyılda yaşadıkları değişimi, biz Türkler sıkıştırılmış bir zaman içinde ve değişimin çapını tam kavrayamadan ama dünyadaki değişimden de etkilenerek yaşadık. Örneğin hem köylülükten kentliliğe, hem tarımdan sanayi ve sonra da hizmet ağırlıklı ekonomiye geçtik, hem de “nükleer çağ”ın “bilişim çağı”na dönüşümünün bütün yansımalarını gördük. [..] Bilincimize içeriden ve dışarıdan gelen yoğun bilgiler ve kavramlar, şimdi tam bir “izdiham” tablosu oluşturuyor.

Dogru


Gungor Uras

Sanayi üretiminde önemli olan sermaye, makine ve ucuz emekti…[Bu] dönemde “birlikten güç doğuyordu”… Onun için insanlar birleşti… Kültürler birleşti… Sermaye birleşti… Üretim birleşti… Tüketim birleşti… Toplum birleşti. Bu birleşmeler, mass-production, (toplu-seri üretim) mass-consumption, (toplu tüketim), mass-media (tek doğrultuda bilgi, haber) ve nihayet mass-society (kitlesel toplum) oluşumunu sağladı… İnsanlar, kişilikler, kültürler bir “eritme potası” (melting pot) içinde birleşti. Bir araya geldi. [..] Fakat bilgisayarla kumanda edilen üretim birimleri, kol kuvvetine dayalı işgücünün, emeğin değerini yok etti… Bilgisayarla kumanda edilen makineler yüzünden toplu -bir örnek- seri üretim zorunluluğu ortadan kalktı…

Aynı maldan milyonlarca üretmek yerine, tüketicinin bireysel tercihine göre aynı maldan binlerce çeşit üretmek mümkün. Bir örneklik zorunluluğu üretimden kalktı, tüketici kendine sunulan bir örnek malı kullanma zorunluluğundan kurtuldu. Halbuki eskiden “modernleşme” demek, bir örnek olmak demekti… Bir örnek sanayi ürünü kullanmak, bir örnek giyinmek, bir örnek düşünmek, bir örnek kültüre sahip olmak, bir örnek aile yapısı, bir örnek eğitimdi. Buna yabancı dilde, “mass society/mass production/mass communication” deniliyordu. Şimdi “de-massification” dönemi başladı. Bilgi çağı bireyselleşmeyi, çözülmeyi, kişilikle ortaya çıkmasını, bireylerin kişisel tercihlerini ortaya koymalarını teşvik ediyor. Buna imkân veriyor. Eskiden standart bir toplum vardı. Ortak değer yargıları, ortak kültür, ortak dil, ortak eğitim, ortak aile yapısı dağılmaya başladı.

Dogru


Mehmet Altan

Yüksek riskli fonlarla ilgili gelişmelerin tümü ‘sanayi dönemi’ mantığı ve zihniyetiyle yapılmakta… Gelişmeler bu gözlükle kestirilmekte… Halbuki, Peter Drucker ‘Kapitalizm Sonrası Toplum’ kitabının bir bölümünü bu fonlara ayırmıştı. [..] Bir değişim ve yenilenme ekonomisinde ‘kar’ diye bir şey olmadığını artık biliyoruz. Yalnızca maliyetler vardır; geçmişin maliyetleri ve belirsiz bir geleceğin maliyetleri. Ve geçmiş işlemlerin, geleceğin maliyetlerine denk düşen asgari mali getirisi de sermayenin maliyetidir. Bu ölçü alındığında, son otuz yıl içinde bir avuç dışında kalan bütün Amerikan şirketlerinin maliyetlerini karşılamayı başaramadığını görürüz.’ Peki ne olacak? Drucker şöyle diyor: ‘Bu mülkiyet sahiplerinin çıkarı ise kısa vadeliden çok uzun vadeli sonuçlarda ve borsadaki kısa vadeli hisse fiyatlarından çok ekonominin büyümesindedir. Bu rol ve işlev, gerek teoride gerekse pratikte sermayenin ‘kapitalizm’de sahip olduğu rol ve işlevden tamamen farklıdır.

Dogru


Murat Belge

Berman’ın Marx’dan alıntılayarak söylediği gibi ‘Katı olan her şey buharlaşıyor.’ Üretimde emek gene önemli bir pay sahibi, ama emeğin içindeki ‘zihni/fiziki’ ayrımı artık neredeyse tamamen ayrışmış, aradaki denge tamamen birinciden yana kaymış durumda. Dolayısıyla emeği ‘kol gücü’ temelinde tanımlayan bütün teoriler ve siyasi projeler, iflas etmiş durumda. Ama ‘zihin emeği’nin göçünde bir şeyin ‘çekmesi’nin yanı sıra, neredeyse ona yakın derecede, bir şeylerin ‘itmesi’ de rol oynuyor. Yaşadığınız yerde, edindiğiniz zihni beceriyi gerçekleştirecek alan ve iş yoksa… Yaşadığınız toplumun genel ideolojisi aldığınız eğitim ve değerlerle sizi yabancılaştırıyor ve boğuyorsa, siz zaten kapılacak bir ‘mıknatıs’ arama durumuna gelirsiniz. Birilerinin, bu toplumdaki ideolojinin ‘zekâ-savar’ rolü oynamasının zararlarını artık anlaması gerekiyor.

Dogru


YÖK Başkanı Özcan

Ortaöğrenimi tamamlayan öğrencilerin neredeyse tümünün üniversiteye yöneldiğini de hatırlatan YÖK Başkanı Özcan, konuşmasına şöyle devam etti: “Liseyi bitiren her öğrenci üniversiteye gitmek istiyor. Neden herkes üniversiteye yöneliyorlar? Çünkü, üniversiteler bedava.

Yanlis.

Universiteye asiri yonelme, zamani gecmis, hicbir fayda saglamayan ve bu sebeple kimsenin zamaninda yapmak istemedigi zorunlu askerlik yuzunden oluyor. Ayrica meslek liselerine yoneltme yapilmadigi ayri bir sebep (Ozcan bu sebeplerden kendisi de bahsetmis fakat vurgu ne yazik ki universitelerin bedavaligi uzerinde olmus)

Eger devletin paraya ihtiyaci varsa, bilgi toplumunu buyutmek icin gereken egitim yerine, koylu toplumunu buyutmeye yarayan tarim subvansiyonlarini kesmekle ise baslayabilir. Seker pancari gibi verimsiz seker veren, asiri su ihtiyaci olan bir urunu destekleyip 400,000 aileyi bu urun uzerinden desteklemek yerine gelecege yatirim yapmak isteyen genclere kaynak ayirilmasi daha mantikli geliyor. Oncelik sirasi iyi dusunmemiz gerekli - once beyaz yakalilar, sonra sanayiciler ve basamagin en sonunda koyluler…

Zannediyorum probleme tersinden bakilmakta: Egitim universitenin tek gorevi degildir - egitimden daha onemli gorevi arastirma yapmaktir. Arastirmayi her zaman direk paraya cevirmek mumkun olmaz, o zaman tesvik devreye girer. En fazla yayin yapan universiteye daha fazla verilecek kaynaklardaki tesvigin bir parametresi olarak ne kadar fazla ogrenciye egitim verildigi de eklenebilir. Gerisini ekonomik yarisa birakililir, arkasindan buyuk bir ihtimalle egitimi olceklemek icin innovasyon baslayacaktir. E-egitim bu innovasyanlardan biridir.


Serdar Turgut

Sevgili dostumuz Karl Marx’ın, ‘Das Kapital’ adlı eserinde toplumda artık değer yaratılmasının ve bunun belirli ellerde konsantrasyonunun önemini anlattığından biliyoruz ki; genç cumhuriyet de devlet eliyle artık değer sömürüsü yapmak zorundaydı.

Yanlis


“Belirli ellerde konsantrasyon” sanayi toplumlarinin gerekliligidir. Ama Marks’in sadece zamaninda gordugu uretim yontemi endustriyi referans aldigini, daha ilerisini goremedigini ve goremeyecegini de eklersek, ustteki beyan tamamen yanlis olmaz.

Elektronik ekonomide katma deger, evde oturan tek kisi/kisiler tarafindan uretiliyor olabilir - teknoloji insanlarin bunu yapmasina izin verir. Buharli motoru isci evine goturemez ama laptopunu evine goturur. Zaten sanayilesmenin senkronlasmaye sebep olmasindaki itici kuvvet budur - uretim icin makina yaninda olmaniz gerekmektedir. Internet caginda uretimin gunu, saati ve yeri yoktur. Bilgi ekonomisini besleyen sadece bir Internet baglantisidir.


Radikal

“Bush’un Türkiye’yle nükleer işbirliği için Kongre onayı istemesi, FBI ifşacısı Edmonds’ın açıkladığı sırları geriye dönük olarak aklamayı amaçlıyor. Edmonds’ın ifşa ettiği nükleer sır kaçakçılığı halkasında, Grossman, Wolfowitz ve Feith gibi eski yetkililerin adı geçiyor. FBI’ın sırlarını ifşa eden Sibel Edmonds’a göre nükleer alanında geniş bir karaborsa var ve belli ABD yetkilileri Türk ve İsrailli çıkar çevrelerine kendi kanalları üzerinden hassas nükleer teknoloji bilgisi verdi.”

Yanlis

Hatta bir dolu saçmalık. Newsweek dergisine göre Türkiye zaten “istediği anda nükleer silah yapabilecek ülke” kategorisindeydi. “Sırların çalınması” vs. önemli değildir. Fakat ABD nükleer teknoloji kullanımını muhakkak gözetim altında tutmak ihtiyacındadır. Yani ABD, neo-con olsun olmasın, nükleer teknolojinin yayılması, (know-how’ının değil, kullanımının) kendi kontrolünde olsun isteğindedir. Çünkü11 Eylül sonrası ABD’nin en odaklandığı konular nükleer yayılma ve göçmenliktir. Amerika’yı ordularla işgal edemezsiniz, ona göre tehlike ancak bu kanallardan gelebilir.


Yeni Safak

ABD’nin iki büyük partisinin başkan adaylarının belirlenmesinde ilk ön seçimin yapıldığı Iowa’nın rolü aslında “psikolojik” olmaktan öte değil. Iowa’da ön seçimi kazanan adayın, partisinin başkan adaylığını üstlenmesi de garanti değil, ancak Iowa’da kazanmak parti adaylığını ve sonunda da ABD başkanlığını kazanmakta adaylara önemli bir ivme kazandırıyor. Bunun başlıca nedeni de Hollywood filmlerinin aşıladığı “Amerikan halkı kaybedeni sevmez” anlayışı.

Yanlis

Amerika’daki anlayis bunun tam tersinedir - kiyasiya bir rekabette daha arkada olan sevilir (Americans like the underdog). Ayrica filmler bir sey “islemez”: Sanat hayati taklit eder, tersi soz konusu degildir.


Murat Belge

Peki, ilk cümleye dönelim ve yükseköğretim düzeyinde baş bağlama yasağının kalkmasından sonra olabilecekleri düşünelim. Nedir buradaki felaket senaryosu? Pıtrak gibi örtülü başların toplumu sarması mı? Galiba öyle. Olur mu? Yukarıda, olabilir dedik. Öyleyse, bunun böyle olmasını engelleyen şey, şu yasak mı? Gördüğünüz bu düzen o yasağa (ya da bir yasaklar kültürüne) bağlı olarak mı böyle duruyor? Böyle duruyorsa, bizim modernleşme projemizin tamamında bir tuhaflık yok mu?

Dogru

Gandi’nin dedigi gibi “tahammulsuzluk kendimize ve davamiza olan guvensizligin bir isareti” ise, universitede ozgurluk istemeyenlerin kendi davalarina guvenmedigi apacik gozukmektedir. Cunku yogun bakimdaki ideolojileri, sadece yapay bazi aletlerle ve surekli gozetim halinde hayatta tutulabilmektedir. Bu analojide “beyin ölümünden” sonra suni teneffus vs. saglayan hayatta tutucu aletler “turban yasagi” olarak addedilebilir.


Mehmet Barlas

Demokratik yolla iktidar olanların, bu gerçeği görmezden gelmeleri ve toplumsal korkuları yok saymaları, hem siyaseti, hem aklı zorlar. En başta demokrasiyi zedeler ve geniş kitlelerin demokratik sisteme karşı kuşku duymalarına yol açar. İktidardaki AK Parti’nin, ekonomide, dış politikada ve özellikle AB üyeliği yolunda olumlu adımlar atması, bu partiyi desteklemeyen seçmen kitlelerinin de oylarının yönünü değiştirdi. Neticede AK Parti ikinci dönem ve daha büyük oy oranı ile tek başına iktidar oldu. [..] Bu beklentilerin gündemin alt maddelerine itilmesi ve “türban ” sorununun anayasal bir mesele olarak ön plana çıkartılması, doğal olarak belirli kesimlerin korkularını depreştirdi… Acaba bunların gizli gündemi mi var?” tekerlemesi yeniden tezgaha sürüldü. Bir anda “anayasa reformu”nun “türban reformu”na dönüştürülmesindeki gerekçeler hem anlaşılamadı, hem de anlatılamadı.

Yanlis

Eger ustteki mantik takip edilirse, secimle isbasina gelen bir siyasi gorus, hicbir zaman cogunlugun istedigini yapamayacaktir. Cunku oyu %30’larda iken “yonetim hakki (mandate)” yoktur, oyu fazla olunca da “birileri korkuyordur”, “zaman uygun degildir”.

AKP’nin turbani son 5 senedir cozmek istedigini herkes biliyor. Bu konu tekrar gundeme gelince kimse sasirmadi, AKP hakkinda daha once dusundugu iyi/kotu ne varsa o dusunceyi degistirme ihtiyacinda olmadi. Dusunce adamlari garabet bir durumu idare etmek icin garabetlik yapmaya devam et demeyi mantik zannetmemeli. Siyaset risk isidir. Turban bir litmus konudur. Korkulan yapilmiyor olsaydi, simdi Abdullah Gul cumhurbaskani olmazdi.

Evet, bu konudaki ugrasilar, yabanci meslektaslarinizla konusurken onlara uzerinden “hava atabileceginiz” bir konu olmayabilir. “AB yolunda sunlari yaptik” demek ile “turbani serbest biraktik” demek arasinda bir “hava farki” hissediyor olabilirsiniz. Fakat burada onemli olan sizin havaniz degildir, onemli olan temel ozgurluklerdir. Bu yolda da en fazla oy potansiyeli olan konudan baslanmis olmasi siyasetin bir geregidir. Sira oteki konulara da gelecektir. Gelmezse o zaman zirlamaya baslayin.


Yeni Safak

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü Beyaz Ev’de ağırlayan ABD Başkanı George Bush, diğer konukları karşılarken kendisini ayakta bekleyen Gül’ün sırtına dokunarak, oturmaya davet etmişti. Tartışmalara yol açan Bush’un bu hareketi ..

Yanlis

Video’ya iyi bakarsanız ve Bush’un hareket kalıplarını bilirseniz, aslında “aslanım benim” havasındaki o Texas sırt sivazlamasının, bir sonraki “hadi oturalım” hareketine dönüştüğünü görürdünüz. İki hareketin birbiri ile alakası yoktur. Omuza şaplak (samimiyet) daha sonraki hareketten tamamen ayrı. Bu duruma bu detayda bakmaya sebep olduğunüz ve bu analizi/tokadı aldığınız için ve şahsımı Bush’u savunmaya mecbur bıraktığınız için haberii şişirenlere saygılarımla teessüf eder ve selamlar ederim. DO NOT FUCKİNG MAKE ME DO THİŞ AGAİN.

Fırsattan istifade, Bush’un fazlaca yanlış anlaşılan “haçlı seferi” sözüne de dokunduralım. Kırk bin kere İbrahim Karagülle’ye söylediğim gibi, “crusade” sözü danışmanlık çevrelerinde artık “hadi yapalım” kadar sık kullanılan bir söz haline gelmiştir. Bush, tüm diğer aptallıklarına rağmen, yine de ABD’nin ilk MBA sahibi başkanıdır ve bu jargonu çok iyi bilmekte ve kullanmaktadır. Daha önce sarfettiği crusade sözünün çerçevesi budur. İlk duyduğumda hiç yadırgamamıştım çünkü bu jargonu bizde çok kullanılır. Çapışç?


Hadi Uluengin

Artı, yukarıdaki klasik müzik daima “Cumhuriyet ideolojisi”yle özdeşleştiriliyor. Tepeden inmecilik, seçkincilik ve laikçilik de onun tamamlayıcı unsurları addediliyor.

Dogru

Endüstriyel ideoloji dinleri ve farklılığı ezer. Klasik müzik endüstriyel müziktir. O zaman sanayileşmek = modernleşmek bayrağını taşıyan Cumhuriyet ideolojisinin bu müzikle özdeşleştirilmesi hiç te garip değildir. 1930 itibariyle “ileri” olan bu kavramları savunmak ta o zamana göre mantıklıdır. Yanlış olan, 1956 itibariyle ABD’de, 2000’li yıllar itibariyle Türkiye’de yükselen beyaz yakalılaşmanın getirdiği çeşitlenmenin sonuçlarını anlayamamak, ve kendini hala 1930 yıllarında zannederek cephe almaktır. Yazdığı sütunun adı “Modern Zamanlar” olan bir yazarın bu durumu görüp eleştirememesi normal olabilir, bu Türkiye’de yaygın bir kafa karışıklığının yansıması.

Kafasi daha da karisik olanlara sunu soyleyelim: Gencliginizde deri ceket, uzun sacla rock muzik dinleyip simdi turbanli ogrencilere karsi geliyorsunuz. Sebep endustriyel kitlesellesme gomlegini bilgi toplumuna giydirmeye calismanizdir… Siz disaridaki cesitliligi bile kendi ulkenize bir tek tiplestirme araci olarak sunmayi basardiniz! Yani, sanki, siz disari baktigininizda bir fotograf cektiniz ve o fotografi sakliyorsunuz ve o fotografta belli sayida tip vardi: Sorfcu, rockci, mini etekli, hippie, vs, vs. Ama siz o tiplerin hangi altyapidan ciktigini, hangi dinamikler yuzunden ciktigini anlamadiginiz icin, o tiplerin burada olmasi gerektigini zannediyorsunuz. O tipler sizin zannettiginiz dinamiklerden cikmadilar. O dinamikler de bu ulkeye gelince farkli tipler cikacak. Capisci?


Ekonomi Turk

Çünkü eğitim sistemi bu şekilde değişirse en büyük zarar görecekler öğrenciler değil, öğretim üyeleri. Sisteme parann girmesi, öğrencilere seçme şansı tanınması, dersine girmeyen, asistanını sokan, mesleğinin gerektirdiği asgari vasıflara dahi sahip olmayan, kerameti kendinden menkul yüzlerce öğretim üyesini rahatsız ediyor.

Belki

Eğer karşısında paralı öğrenciyi görürse hocaların daha kendine çeki düzen verebileceği, en azından davranış açısından, doğrudur. Fakat bu tek başına paralı üniversiteye geçmek için yeterli değildir. Davranış bozuklukları, etik hatalar bilgi bazlı ekonomide iletişimin bilinmemesi, kültürel kalıplar, hocanın kendi ekonomik durumu, vs. gibi pek çok faktörden tetikleniyor olabilir. Kendi yerine asistan sokan öğretmenin kontrolünü bir “alışverişçi” olmuş “bilinci alıcı” öğrenciler yapabilir fakat özel ve devlet ar-ge parası için yarış eden bir üniversite de kendine çeki düzen vermek ihtiyacıni hissedecektir, ve sopa o zaman bu hocaların başına iner.

Evet, universiteye girdikten sonra bursun nefes alinir kadar rahat bulundugu bir dunyada parali sisteme gecmekte bir zarar yoktur. Fakat bu ideal sistem su an yoktur. Okuyunuz.

Bilinmeli ki paralı eğitim önündeki en büyük engel öğreciler ya da veliler değil, eğitimcilerdir.

Yanlis

Ogrencilerin konu hakkinda yorum yaptigi su forum‘da cogunlugun gorusunun parali universiteye karsi oldugunu gorebilirsiniz.


Engin Ardic

Enverciler takır takır adam vururlar, Kemal hukuk adamıdır.

Yanlis.

Hatta gulunc… Kendisine yapilan suikasti bahane ederek karsitlarini Istiklal Mahkemelerinde yargilatip iceri tikan hukuk adami miydi acaba? Yanlis anlasilmasin, koylu/endustriyel (olan ya da olmaya calisan) bir ulkede hukuk ustunlugu aramak anlamsizdir. Derebeyi ya da entegrator elit hayatin tum alanlarina hakimdir, demir yumrugu indirir ya da perde arkasindan her seyi yonetir. Hukuk sonra gelir.


EA

Ermeni “işine” karışanların yüzlerine karşı Kemal’in “katiller” diye haykırmış olduğunu biliyor muydunuz?

Belki.

Bu beyan dogru olsa bile, su ekteki bilgi ile çelişir:

Mustafa Kemal’in Adana’daki zanaatkarlara konusma yaptigi bir sirada, esnaftan biri Ermenilerin tum zanaatlerde hep “en onde” oldugunu ileri surerek yakinir. M. Kemal’in cevabi soyledir: “Ermenilerin bu ulkede hicbir hakki yoktur. Bu ulke senindir. Bu ulke Turk’lerindir. Tarihte bu ulke hep Turk’lerin olmustur, o yuzden Turk’tur ve hep Turk kalacaktir. Bu ulke nihayet gercek sahiplerine dondurulmustur. Ermenilerin ve otekilerin burada olmaya bile hakki yoktur. Bu ulke ve verimli topraklari Turk’lerindir, hep boyle olacaktir”. Bu sozler muhakkak ki o zamanki (hatta belki bu zamanki) CHP parti liderliginin de kanaatini yansitiyordu. Bu kanaata gore Ermeniler Turk olmayan yabancilar olarak betimlenmistir. [1]

Yazinin genel havasi hakkinda

Turkiye tarihindeki bazi buyukleri kakalayip, ozellikle tum kotulukleri Inonu, Enver’e yikip can havliyle hic olmasa bir kisiyi kurtaralim diye Mustafa Kemal’i aklamaya calismak bana oldukca cocukca ve gereksiz bir caba gibi geliyor. Bunun denenmesi cogunlukla birkac sorunlu merkezden kaynaklanmakta.

1) Stockholm Sendromu: Uzun sure tutsak tutulan insanlarin bir sure sonra kendilerini tutsak edenleri (sahsen, ya da onlarin fikirleri) ile kendinlerini yakin gormeye basladiklari gozlenmistir, bu sadece bir hayatta kalma refleksidir. Kemalizm’in uzun yillar ulkenin fikir hayatini esir aldigi soylenebilir.

2) Parataxic Distortion: Sahis, disarida, hayatta, vs. amaclarina erisememis, iceride, disarida bir sey basaramamis, hayatindan tatminsiz bir halde olabilir. Fakat, en azindan tarihindeki biri bunlari basarmistir. “Yedi duvele” karsi.. Bu durum, sorunlu kisiye o diger kisi uzerinden kendine guven saglar. Eger kisi, kendini ornek kisiyle ozdeslestirirse, yeterli olacaktir.

3) Polemik Silahi: Fikri tartismalarda size karsi olanlar, tarihte bilinen bir kisiyi ve onun fikirlerini/sahsiyetini kullanarak size saldiriyorsa, karsiliginda sadece su sekillerde cevap verirsiniz a) o kisi hataliydi b) o kisi senin zannettigini degil benim dediklerimi soyluyor c) senin dediklerini o zaman soyluyor olabilir, ama bu zaman olsa benimle ayni fikirde olurdu.

Binayneleh bu cevap tekniklerinin hepsi Kemalist/Karsi polemiklerde kullanilmistir. Fakat belki de duruma soyle bakmak gerekiyor. Cocuklar buyurken babalari hakkindaki kanaatlerinin su sekilde gelistigi soylenir “her seyi bilir (kuccukken) –> hic bir seyi bilmez (teenage) –> bir seyler biliyormus iste (yetiskin)”. Zannediyorum Mustafa Kemal’e karsi artik yetiskin tavri edinmenin vakti geldi.

4) Kemalist “temelli” kisi, uzerine ozgurlukcu boyasi atmis olsa bile, derinden, caktirmadan hafif tek tiplesme hasreti icindedir. Mustafa Kemal’i bu yuzden “sevecektir” cunku bu tarihi kisilik ortak bir “kontinental” kulturu takip etmis ve kabullenmistir. Standarta uye olmustur. Ardic orneginde benzer sebepten dolayi Ahmet Hakan’in “tutuldugunu” goruyoruz - cunku Hakan daha “iyi” ve “kabul gorur” bir yasayis tarzina “gecmistir”, “modernlesmistir”. Ardic’in Fransiz “menşeili” kultur fasizm nobetleri bilinen durumlardir. Ne yazik ki bu kulturel “benzesme” artik modeli cokmustur - “daha iyi” olan bir yasam tarzi yoktur, sadece “degisik” olan ve her ulkede de “degisimi degisik olacak tarzlar vardir.

M. Kemal hakkinda:

Ilk Cumhurbaskanimiz olumune kadar felsefi, siyaset alanda pek cok soz soylemistir, pek cok eylemde bulunmustur. Ne yazik ki bu eylemlerin ve fikirlerin bir ic butunlugu yoktur. Bu uyumsuzluklar Taha Akyol’un yaptigi gibi “zamanina gore davranmis” sozu ile de savunulamaz. Teorik altyapidaki eksikligin bir isaretidir. Iste bu sebeple, bizce, gunumuzun sorunlarina cozum bulmaya ugrasirken ilk referans olarak M. Kemal’in yaptiklarinin/soylediklerinin alinmamasi saglikli olacaktir.

Talat, Inonu, Kemal’in birbirine olan benzerligi, yeni nesil teknolojilerinin olusturdugu yeni bireye olan benzerliklerinden daha fazladir. Bu tarihi sahislarin arasindaki farklar varsa, bunlar icraat (execution) farkinan ibarettir, felsefe (varligi ve yoklugu) birbirine benzer. M. Kemal daha iyi bir askerdir (icraat), realist uluslararasi iliskiler zaten bunun uzantisidir. Muhakak vatani, kendi tanimladigi sekliyle, sevmistir. Fakat arti noktalar bundan ibarettir. Evet cagdastir, ama 1930dastir. Yani kendi caginin cagdasidir. Bu cagin cagdasi degildir.

[1] Turkey Beyond Nationalism, pg. 47, Rifat N. Bali, Ataturk’un Soylev ve Demecleri, Ataturk Kultur ve Tarih Yuksek Kurumu, Ankara, 1997, Vol II, p 129-132.


Ibrahim Karagul

2016 öngörülerinde AB’nin yeri abartılmış gibi geldi bana. Avrupa şu bakış açısıyla, tutucu haliyle o noktaya biraz zor ulaşacaktır. Ve gerçekten Türkiye, o tarihte “Süper Avrupa”’nın yan unsuru olmayı muhtemelen reddedecektir.

Dogru

AB, halen servis/bilgi ekonomisine tamamen gecemedigi ve endustriyel burokrasinin sahlandirilmasi demek olan asiri entegrasyon AB projesini ittirmeye ugrastigi icin 2016’ta super guc olmaktan mahrum kalacaktir. Bahsedilen senaryoda Turkiye’nin “AB super gucunun parcasi” olarak gorulmesi bir hayaldir. Turkiye merkez ulkedir. Tum stratejisyenlerin hesaplarini buna gore sekillendirmeleri isabetli olacaktir.


IK

“Agresif Osmanlıcılık” demeyelim ama Türkiye’nin çok belirgin biçimde öne çıkacağını not etmek gerekiyor.

Dogru

Turkiye’nin yeni yeri icin “Osmanlicilik” yanlis bir tanim olur. Osmanli bir köylü imparatorlugudur. Devam ettirilmesi bir gericilik olurdu. Ayrica Osmanlı, hamamlari, su bentleri, yollari, vs. ile ayni anda Roma’nin son temsilcisi idi. Bu yuzden 1923’te coken sadece Osmanli degil, Roma olmustur. Roma’nin son kalintilari Osmanli ile tasfiye edilmis, (o zaman icin) daha guclu olan sanayi imparatorluklarinin karsisinda koylu sermayesi, yasam sekli, dunya gorusu unufak olmus, paramparca edilmistir.

Turkiye, eger lider rol oynayacaksa, bunu ancak ve ancak bir bilgi imparatorlugu olarak basarabilir. Imparatorluk ta biraz buyuk bir kelimedir, belki Balkan, Ortadogu, Kafkaslar “network”leri icindeki bilgi ve enerji gecis kanalinin tepesine oturmus ve bu akistan en cok faydalanan insanlar Turkiyeliler olacaktir demek daha yerinde olacaktir.

Not: Bilgi ve enerji gecis kanali ile Rifkin’e sapka cikarttigimiz zannedilmesin. Turkiye kartlarini dogru oynarsa 21. yuzyilin en onemli kapitali olan “insan kapitali”‘ni kazanmakta sansli bir konumdadir. Burada, cografik olarak oldugu merkez konumu rol oynayacaktir. Fikri ifadede ozgurlukler, devletin icra konusunda hayattan cekilmesi burada olmazsa olmaz ilk sartlardir. Turban konusu bittikten sonra (ki %100 arkasindayiz) sira bu oteki endustriyel yobazlilklara gelecek… onu da hemen belirtelim. Atilla Yayla’nin hicbir ceza almadigi bir sisteme kavusuncaya kadar, merkez ulke olma iddiasi yerini kalkisa gecemez.

Not: Ayrica Sn Yayla’nin cezasinin zamanlamasinin entegrator elit tarafindan ozellikle secildigini biliyoruz. Turban ile ugrasirken Yayla’nin cezasinin gundeme gelmesi herhalde ozgurlukcu kanada karsi bir hamle, “sen onu yaparsan biz bunu yapariz” seklinde bir son cirpinistir. Soylemek isteriz ki bu son cirpinmalar cagin dinamiklerini karsisinda bosunadir. Bu kesim turban konusunu kaybettikleri gibi yakinda tum fikri ifade yasaklarini kaybedecektir.


Serdat Turgut

Kuruluş aşamasında devrimci kadrolar birçok şeyi bir arada ve hızla yapmak zorunda olduklarından, bu tarihi zorunluluk nedeniyle köylü kesimini hem dışlayıp hem de sömürmek zorunda kalmışlardır.

Yanlis

Sn. Turgut yalayıp yuttuğu Markist ideololji ve tarihiyle ile Cumhuriyet tarihini birbirine karıştırıyor galiba: Köylüyü sömüren Lenin liderliğindeki SSCB ve Çin Halk Cumhuriyeti’dir. Türkiye’de, özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında feodal bir yapı hakimdi ve burada işveren konumunda olan devlet değil, toprak ağalarıdır. Ek olarak 50’li yıllarda demokrasi gelince, neredeyse %80 köylü çok olan bir toplumda popülizm yapma ihtiyacından bir sömürü yapısı kurmak mümkün değildir. Tam tersine verimliliği arttırmak için tarıma teknoloji katkısı yapılmıştır (traktörler, vs). Okuyunuz.


Devlet Bahceli

“Kanuni bir düzenlemeye dayanmadan, zorlama yorumlarla ve fiili uygulamayla sürdürülen bu sorun kangren haline gelirken, pratik bütün çözüm yolları bir bir tıkanırken siz neredeydiniz? İstanbul sermayesinin siyasi konularda fetva makamı olarak görev yapan bir çatı kuruluşu da ’Başörtüsü sorunu, şu anda en büyük sorunmuş gibi ortamı germenin, gündem yaratmanın alemi olmadığını’ buyurmuş ve ekonomik krizin Türkiye’ye etkileri üzerine yoğunlaşılması gerektiğini açıklamıştır. Bu kuruluş 1997-2007 yılları arasında demokratikleşme adı altında hazırladığı raporlarda; ’Kürt kimliğinin tanınmasını, Türkçe dışındaki dillerde devlet okullarında anadil eğitimi verilmesini’ savunmuştur. Bu kuruluşun, konu yükseköğrenimde başörtüsü olunca, ‘Şimdi sırası mı?’ demesi, demokrasi ve insan haklarına ne kadar inandıklarını ve bu konularda nasıl bir çifte standardın esiri olduklarını göstermiştir.”

Dogru

Üstte bahsedilenler hakikaten bir tutarsızlığa işaret ediyor. Sn. Bahçeli bu tutarsızlığı ve bilahere TÜSİAD’ı kuyruğundan iyi yakaladı - türban konusunu oya çevirmekte şansı da var. İşte bu tam politika 101 dersinin bir gösterisi. Nihayet hayatın neredeyse tüm alanları politika “sporuna” açıldi, ve bu geniş alanda daha değişik stratejik hamleler yapmak mümkün oluyor. TÜSİAD, entegratör elit’in güvelendiği bir yer olarak muhakkak halka yakın politikalar değil, kendini ilgilendiren politikalar izliyor [1]. Fakat Türkiye, tarım, sanayi ve bilgi ekonomisine geçişi aynı anda sıkıştırılmış bir mod’da yaşadığı için elalemin yüz senelerde geçtiği evrelerden onyıllar içinde geçiyoruz, bu sebeple entegratör elit palazlanamadan kendini gücünü kaybetmiş halde bulacak, ve burada hafiften “evham” yaşayacaktır. Şu anda MHP tarafından topa tutulmuş halde ve yeni çağın dinamikleri gözönüne alınırsa bunu hakediyor. TÜSİAD AKP’ye geçit vermekle (ve verdiklerine hiç kuşkunuz olmasın, yargıdaki düdükçülerine işareti çakıp geçiti verdirtiler) halkın isteği ile kendierine lazım olan istikrarı elde etmenin arasında çok güzel bir orta noktayı elde etmişlerdi, hatta tam kitap tanımlarının gereğini yaptılar denebilirdi, fakat zaman ve onun gerektirdikleri başka yönlere gidilmesini gerektiriyordu, bu sebeple ne tezkereyi, ne de Abdulah Gül’ün seçilmesini engelleyemediler ve türban’a “soğuk” bakınca da komik durum düştüler. Neyse, “zamanın çarkları dönüyor” ve durdurulamaz olana hızla ileriyoruz.

[1] Burada sorulabilecek bir soru: Büyük şirketler için iyi olan tüm ülke için iyi değil midir? ABD’de eski söz (old adage) şöyle gider: “GE için iyi olan Amerika için de iyidir”. Bu söz 20. yüzyıl için doğrudur, fakat artık küçük ile büyüğün arasındaki farkı git gide silmeye başlayan bilgi ekonomisi ve toplumu için bu sözler doğru ve yeterli değildir. Artık “Fatma’nın üretkenliği için doğru olan ülke için iyidir” sözü geçerlidir. Fatma ise, sadece ve sadece başörtüsü ile ekonominin ve yaratıcılığın parçası olacaktır (misal). Böyle bilgi işlemciler ile tanıştığımı da direk buradan söyleyeyim.


Mehmet Barlas

Biz Batı’nın ilmini, sanatını almadık. Maalesef değerlerimize ters düşen ahlaksızlıklarını aldık. Biz Batı’nın ilmini, sanatını almakta bir yarışa girmeliyiz. Bu haberi okurken “Herhalde Başbakan’ın bazı cümleleri atlanılmıştır” diye düşündüm açıkçası. AB üyeliğini hedef olarak benimseyen, dünyalı olmayı ülkesinde her kesime karşı savunan bir siyasetçinin, “Batı” ile kültürel inter-aktif ilişkilerimize bu açıdan bakması, herhalde mümkün değildir.

Yanlis

Uretim yontemi degisen toplumlarda yasayis tarzi hizlanir. Calisan kadinlar, evin is yeri olabilmesi, surekli seyahat, artan iletisim ve etkilesim yeni dinamikler yaratmaktadir. 1950 oncesi Amerika’da “basari” kavrami cok onemli degildi, fakat artik basari mumkun ve herkesin kovalayabilecegi bir amac halini almistir. Ve tabi ki basarinin oldugu yerde basarisizlik potansiyeli de olacaktir. Bu inisli cikisli hayatlarin artmasi demektir. Bu hayatta insanlar surekli is, yer degistirmekte, aile yapisi degismekte ve eski kurumlar bu yeni cagda faydasiz kalmaktadir.

Iste bu bilinmezlik evrelerinde, kurallarin ne oldugu bilinmedigi zamanlarda, ahlaki curumusluk (decadance) ortaya cikar. Cunku yarinin ne olacagi belli degildir, en iyisi bugun icin yasamaktir. Amerika 1956 sonrasi bu yola girmistir cunku ekonomisi, uretim yontemi, ve hayat tarzi daginiklasmaya baslamistir, bunun yan etkisi olarak bilinmezlik boslugunu baska seyler doldurmustur. Mesela bu curumusluge bir ornek, siddet kavraminin hayatta ve sanatta kendini gostermeye baslamasidir (sanat hayati taklit eder tersi degil). Filmlerde bolca boy gosteren bu durum, bilinmezin cok oldugu hayatta, “net” ve “direk” sonucu alinabilecek bir aksiyonda bulunmanin ihtiyacinin disavurumudur.

Ve bu tur curumusluk ABD’nin temel dinamiklerini urettigi bir gecici yan etkidir.

Yeni medeniyetin (ve ABD’nin su anda yeni bir medeniyet kurmakta oldugundan hic supheniz olmasin) kurallari, kurumlari olustukca bu curumusluk ortadan kalkacaktir. Basbakan’in dogru tespiti sudur: Evet, bizim gecici, yan etki olana degil, temel dinamiklere odaklanmamiz gerekiyor.

Ustteki noktalarda Avrupa’dan ozellikle bahsetmedik cunku son 50 yildir dunya dinamiklerinin belirlenmesinde merkez noktada degiller.

Peki Turkiye ayni daginik yasam ve uretime gectikce ayni curumuslugu yasamayacak midir? Buna kesin cevap vermek zor. Yasayabilir. Yasamayabilir de. Fakat onemli soru zaten bu degildir, onemli olan neyin sonuc, neyin sebep oldugunu bilmemiz, konusmamiz ve anlamamizdir. Geciciyi kalicidan ayirtedebilmemizdir.


Fehmi Koru

Ya Reagan’ın sonuca ulaşmayan suikast girişimine uğraması? Gerçekten artist Jodie Foster’i etkilemek isteyen bir tahtası eksik takıntılı bir gencin dolduruşa gelerek düzenlediği bir eylem miydi o, yoksa onun sıktığı kurşunlar daha yolun başındaki yeni başkana yollanan birer mesaj mıydı?

Dogru

Yani, bu dusunce zinciri bana da mantikli geliyor cunku Reagan’in devlet yonetimi hakkindaki “liberteryen” durusu cok iyi biliniyor. Buradan hareketle “devlet hicbir sorun cozemez cunku devletin kendisi bir problemdir” diyen birisi baskanlik koltuguna oturunca, entegrator elit kendini bu yeni baskana mesaj vermek ihtiyacinda hissetmis olabilir. Amerika’daki son 50 yilda isbasina gelen tum baskanlar, ki buna Clinton da dahildir, entegrator elite kemik atmaya kendini mecbur hissetmistir.


Hadi Uluengin

EVET ciddiye almak gerekiyor, zira nasıl ki daha 11 Eylûl ’ün hemen ertesinde, aslında uzak - yakın hiçbir ilişkisi olmamasına rağmen Irak o Bush’un beyninde bir takıntıya, bir obsesyona, bir “fikr-i sabit”e dönüştü ve ABD ’yi batağa saplamak pahasına maceradan çekinmedi, işte aynı beyni saplantı şimdi de İran konusunda hüküm sürüyor.

Yanlis

Bush’un Iran karsitligi bir takinti degildir. Gayet gercekci bir politikanin parcasidir. Ortadogu’da Turkiye, Iran, Misir dis ucgeni cok onemlidir. Eger bu ucgen genel konularda arasinda anlasabiliyor (olsaydi) ve beraber adim atabiliyorsa, Ortadogudaki tum dinamikleri belirleme gucune muktedirdir.

Iste bu sebeple ABD bu ucgenin hicbir zaman beraber olmasina izin vermek istemeyecektir. O zaman uc aktorden ikisi sistem icine cekiliyorsa, ucuncu muhakkak sistem disina itilecektir. Nitekim Nasir zamaninda itilen Misir olabilir, Kibris harekati sonrasi Turkiye olabilir, Sah’tan sonra Iran olabilir. Itilenin kim oldugu farketmeyecektir, sadece bu aktorlerin birarada olmamasi onemlidir.

Bu durum, Iran ile iliskileri onemli olan Turkiye icin bir surtusme noktasidir. Fakat oyle ya da boyle, bir sekilde idare edilmeli ve bizim isteklerimiz yonunde gitmenin yollari aranmalidir. ABD’nin istekleri bu konuda dikte edici olamaz. Turkiye simdiye kadar bu dengeyi iyi tutturdu gibi gozukuyor fakat ABD eger Misir ve Turkiye’yi itemiyorsa, Iran’i muhakkak itmenin bir yolunu bulacaktir.


Taha Akyol

“Ticari yönüne bakılmadan kamu kaynaklarıyla desteklenmesi gereken bilimler, sadece temel bilimlerdir.”

Yanlis.

Destek, ulke bazinda saptanan projenin “gerektirdigi bilimlere” verilmelidir. Eger amaciniz 2020 yilinda aya gitmek ise, patlayici yakitlar (ve onun kimyasi), bilgisayar teknolojileri, aerodinamik, materyeller gibi dallara agirlik verirsiniz.

Amacsiz odenek, bosa giden odenek demektir.

Ayrica bazi dallarda temel bilimin en temel seviyesi arastirmaci acisindan yuksek risk icerir, yani yillarca ugrasip bir sey bulamayabilirsiniz, ya da muthis bir sey bulursunuz ama anca 30 sene sonra ise yarar. Matematikte bulunanlar muhakkak bir gun kullanim gorur, ama o kullanim o an olmayabilir. Bu dallara girmek/girmemek arastirmacinin insiyatifinde olmalidir. O riski goze alanlar o alanlara girmelidir. Zaten arastirmacilarin garanti calisma suresi (tenure) onlara belli bir guvenlik saglar. Cok basarili hocalar hayat boyu garantiye bile sahip olurlar. Bu semsiye altinda bilim adami istedigi yone gidebilecektir.

Odenekler, ulke projesi icin gerekene, ve onun isiginda lazim olan dallara gider. Temel olsun olmasin onemli degildir. Fakat bu dallara giren para, muhakkak yakin dallarda da bir enerji yaratir. Sonuc olarak daha fazla para iyidir.

Ornekler: Singapur’un onceligi biyoteknolojidir, Cin’in onceligi uzaya gitmek ve yesil enerjidir. Bu projelere gereken dallara yatirim yaparlar. O dallarda sivrilince de o dallar uzerinden bilinirler, daha cok arastirmaci (yerli/yabanci) o ulkeye gider.


Engin Ardic

“Fakat, pratik bir yaklaşımla, alışılmışı kabullenmek en iyisi galiba..”

Dogru.

Dil, onu kullananlarin sekillendirdigi bir seydir. O zaman sahis, sehir isimleri hakkinda bir konsensus olumsussa (cogunluk ne diyor?) o kullanilir.

Lozan bu konsensus’un bir parcasidir ve oldugu gibi kullanilmalidir. Munih ismi ayni sekildedir. Ancak ve ancak Bu konsensus’un olmadigi durumlarda sehir/kisi ismi o ismin ciktigi ulkenin diliyle, o da olmazsa Ingilizce’deki haliyle yazilabilir.

Standartlasma, senkronizasyon, kitlesellesme endustriyel kavramlardir. Bu kavramlar Almanya’da siyasi fasizm, Fransa’da ise kulturel fasizmi dogurmustur. Yeni cagin dinamikleri baska bir yon gerektirmektedir.


Mehmet Barlas

“Yaşlı bilge kıza “Sana ateş vereyim ama bunu evine nasıl taşıyacaksın?” diye sormuş. Bunun üzerine küçük kız sobanın yanındaki kovadaki külleri iki eliyle avuçlamış, bilge adama “Ateşi avucuma, küllerin üzerine koyun” demiş. Kız gittikten sonra yaşlı bilge bir koltuğa oturmuş ve kendi kendine “Demek bilmediğim çok şey varmış” diyerek uzun uzun düşünmüş.”

Yanlis.

Hikayede tarif edilen bilgi degil, onun hayata gecirilmesinden ortaya cikan “uygulamadir”. Muhakkak o da “bilinen” bir seydir ama daha cok “tecrube” katogirisine girer. Yani her seyi bilip, o seylerin uygulamasini bilmiyor olabilirsiniz. Kriptoloji icin gereken matematigi bilen kimse, o matematigin kirk turlu kullanimini oturup size anlatamayabilir. Buna ne zaman, ne de zihin hucre sayisi yeter. Hikaye eksik bir temelde oturmaktadir. Barlas Revolutionary Wealth adli kitabi bir daha okumali. :)


Ismet Berkan

Çünkü sanayide yaratılan verimlilik diğer bütün sektörlerden daha fazla!

Belki

Bu soz Turkiye icin ve su an icin gecerli olabilir, fakat 1) bir calisani hizmet/bilgi sektorunde istihdam etmek sanayi sektorune gore daha az masraflidir 2) Egitim ile bilgi sektorunu buyutebilir ve cok daha yuksek olan verimlilik potansiyelinden faydalanabilirsiniz. Evet, hizmet/bilgi sektorunun verimlilik potansiyeli imalat sektorunden fazladir [1].

Eger sanayi derken high-tech sanayi, yani otomize aygitlari kontrol eden iscilerin endustrisinden bahsediyorsak, bu sanayinin buyumesinde mahsur yok. Zaten rekabetci baskilar yuzunden buyuyecek bu tur sanayi olacaktir. Montaj banti basindaki vasifsiz isci nufusu buyumemelidir (zaten buyumeyecektir). Gelistikce, yuzde olarak bu nufusu %20 kusurlarin ustune tasimak mumkun degildir. ABD, Ingiltere, Almanya yuzdelerine bakiniz. Mavi yakalilar ve tarim istihdami ya dusmekte ya da donup kalmistir. Bundan kacis yok.

Yani Rodrick ulkemiz icin yanlis bir hedef gosteriyor. Biz, imalatta Israil ornegini takip etmeliyiz - su anda Israil’de bir tane bile isci calistirmayan kesici aletler ureten bir fabrika mevcuttur. Diger konularda Hindistan ornegini takip edebiliriz, IT/yazilim, hizmet sektoru buyutulerek beyaz yakali istihdam, daha az maliyet, ve fazla verimlilikle arttirilabilir.

Bunun icin gereken egitimin illa universite egitimi olmasi da gerekmez.

[1] Her birine 2000 ytl’lik bilgisayarlar vereceginiz 5 tane programci Amazon.com sitesinin benzerini 5-6 ayda kodlayabilir. Bilgi olarak vermek isterim ki Amazon’un 2006 cirosu 10.71 milyar dolardir [2]. Yazilim ihrac eden Hintli sirket Infosys’in cirosu 2.1 milyar dolardir. Google’in cirosu 10.6 milyar dolar, ve karı ise 3 milyar dolara dayanmistir.

[2] Bu tur “site sirketleri” kod barindirma, bakim, operasyon gibi amaclar icin de binlerce kisi calistirirlar. Bu isler de tabii ki beyaz yakali islerdir. Yazilim dunyasinda tek mavi yakali isci, bilgisayarin kendisidir. Yeknesak, tekrar dayali isleri o yapar.


Mehmet Barlas

Oysa sadece türban konuşuluyor. [..] Öncelikle Türkiye ’de tartışılması gereken konular bunlar bence.

Yanlis

Ozgurlukler, yeni teknoloji toplumun olusmasi icin olmazsa olmaz onsartidir. Bu ozgurluk savasinin merkezi noktasi Turkiye’de turban gibi gozukuyor, bu sebeple savasin bu baglamda verilmesi gerekiyor. Bu tartisma sayesinde yargida artik kangrene donusmus siyasilesme problemini apacik gorebiliyoruz. Ayrica turban konusu sayesinde koltuklarinda rahat oturan, tek tipci, yobaz ulusalci totaliter Kemalist’leri cagin gerektirdikleriyle durtmek icin elimizde bir sopa geciyor. Turban bir “litmus” konudur. Onemi, kendisinden buyuktur.

“Ozgurluk yerine teknoloji konusalim” sozu niye temeli saglam bir iddia degildir? Cunku bakiniz, insanlarin orasina burasina karisan ayni yargi sistemi gidip YouTube’a erisimi (bir daha) engelledi. Yani ozgurluk zordaysa, teknolojiye erisim zora giriyor[1].

[1] Zorlasiyor dedim, cunku bazi yonlendirici teknolojilerle biz hala YouTube’a erisiyoruz. Gayri-merkezi ve daginik bir uretim yontemini eski “merkezi” yontemler ile denetleyemezsiniz.

MB

1- Yazının icadı 2- Matbaanın icadı 3- Internet. Bilginin paylaşımı ve yayılması açısından (gelişme bunlara bağlıdır) tarihi çağlara bölersek ayıraçlarımız bu üç önemli icat olur.

Yanlis

Bu model Rifkin’den [2] geliyor - onun iddasina gore bilgi ve enerji dagitimi cagimizda en buyuk degisimleri tetiklemekte. Bu faraziyeden devam ederek “yeni enerji ve bilgi dagitim hatlari olustugunda” en buyuk degisimlerin olacagini soyluyor kendisi - mesela yakinda enerji kablolarindan bilgi dagitimi yapabilecegiz, vs., ayrica enerjiyi artik kendimiz uretim hattan geriye de aktarabilecegiz.

Bu model tarihteki buyuk degisimleri anlamak acisindan pek kuvvetli bir model degil. Mesela matbaa ve onun yardim ettigi Ronesans fikriyat acisindan onemli bir zamandir, fakat aslen bir avuc teolog, bilim adami arasinda cereyan etmis bir evredir. Bu evre, buyuk sayida insanin hayatini etkilememistir.

Sadece ve sadece yeni bir uretim yontemi (bilginin dagitimi degil), insanlari yerinden yurdundan cikartip, ya da avci olarak gezinmeyi biraktirip yerlestirecek dinamige ve guce sahiptir. Eger tohum ekip bitki buyutmeyi ogrendiyseniz, avci-toplayiciliktan vazgecip yerlesik bir duzende bir tarim toplumu olusturabilirsiniz. Buyuk sayilarla. Eger makinalar ile seri uretim yapabiliyorsaniz, cok sayida vasifsiz isciyi fabrika etrafinda toparlayip yasatmaya baslayabilirsiniz. Ve son olarak eger uretim metotunuz “bilgi” ise (ancak o zaman, yani bilginin kendisi uretim metotu hatta urunu (artifact) haline geldiginde), yine buyuk bir degisim yasarsiniz, istediginiz yerde calisabilmeye baslarsiniz, eviniz is yeriniz haline gelebilir, kadinlariniz calisabilir, Starbucks gibi “ev ile is arasi” yerler acilip size hizmet icin yarismaya baslayabilir [1].

Yani ana evreler ustte gosterildigi gibi degil, su sekilde olmalidir: 1- Tarim 2- Sanayi 3- Bilgi

[1] Starbucks’in cikis amaci, Seattle, San Fransisco’da bolca bulunan, elinde laptop’u ile gezinen bilgi iscilerine hizmet etme istegidir. Sirket politikasi olarak SB’larda musteriye hicbir kalkmasinin soylememesinin amaci bu tur “yeni calisani” kendine cekmektir. 1998’de ABD’de bir IT kitabini okurken tesekkurler kisminda “bana bu kitabi yazarken saatlerce oturmama izin verip kahvemi icerken elektriginizi kullanmama izin veren Starbucks’a tesekkur ederim” ibaresini gordugumde “insallah bu sirket dogu yakasina da gelir” diye dusundugumu hatirliyorum, ki arkasindan ciddi sekilde bilgi iscisi (finans, IT, ar-ge, medya) iceren NY’a da geldiler. SB artik dogu yakasini gecti, dunyanin her tarafina yayilmis halde. Inanin bu basarinin temeli kahvelerinin guzelligi degildir!

[2] Her nedense Rifkin’e en cok talep AB’den gelmekte, kiyasla Amerika ve Asya’da Toffler’in borusu oter (kimin modelinin daha kuvvetli oldugu ortada galiba -tabi hakkini yemeyelim, Rifkin de bazi dogru seyler soyluyor-)