View on GitHub

thirdwave

Hafta 40

Hadi Uluengin

Dolayısıyla, heyhat ve kuşku yok, deyimin piçleşmesine göz yumduğu içindir ki, Yaşlı Kıta kendi ihtiyarlamasına paralel olarak “liberal” sözcüğünü de ihtiyarlatmıştır. Ama genç Yeni Dünya bunu yapmadı ve deyimin gerçek anlama sadık kaldı. EVET, Amerikalar, bilhassa da ABD bunu yapmadı.

Belki

Bunun tersini iddia eden eserler de var; Yani ABD’nin liberal sozcugunun anlamini yanlis sekilde degistirdigini soyleyenler. Bu konuda haksiz olduklarindan cok haklilar bence - cunku ABD’de olan degisikligin oradaki kulturel bir fay hatti ile alakasi var. Ama oraya gelmeden once; Bir: Oncelikle serbest piyasa ABD’de Avrupa’da oldugu kadar sorgulanmiyor. Entegrator elit “caktirmadan” kendi cikarlarini araya sokusturmaya ugrasiyor, ama bu da bir yere kadar. Fakat halkin nedzinde kapitalizm coktan kabul gormus bir anlayis. Yani liberal kelimesinin ekonomik serbestiyeyi temsil etmesi icin ortada buyuk bir sebep yok.

Iki: ABD’de bir kultur fay hattinin “ozgurluk vs. sakinma/yasak” noktasindan gectigini belirtmistik. Iste “liberal” kelimesi muhafazakarlarin elinde bu noktada tam bir silaha donusebiliyor, cunku serbestlik anlamina gelen bu kelimeyi “davranislarda serbestlik (liberal in attitudes)” gibi karsi tarafin kafasina cakabiliyorsun.

Cumhuriyetci Parti’nin en unlu politik operatorlerinden biri olan Lee Attwater (ki kendisi W Bush’u iki kere sectiren Karl Rove’un hocasidir -burada Darth Vader’in hocasi Imparator ornegi aklima geldi nedense (!) -) bu teknigi mukemmellestirmisti… Attwater’in tavsiyesi ile Reagan, Bush I, sonra II “liberal” kelimesini bir kufur haline getirdiler; Bunu yapabildiler cunku halkin duygusal zihninde sakinmanin tersi “acilma, sacilma, bohemlik, vs” gibi bir “serbestlik”, yani “liberallik” cagrisimlari yapabiliyordu… Zaten 60, 70’li yillarda boyle bir dolu hippi etrafta geziniyordu, bu sayede Attwater gibileri bu kelime uzerinden muhafazakar kesmi mobilize edebildiler.

Fakat hippiler isin sadece bir yuzuydu tabii, onlarin ve diger pek cok alternatif hayat seklinin ortaya cikmasinin sebebi 1952’den itibaren isgucunde agirligin beyaz yakali iscilere dogru kaymis olmasiydi. Attwater ile cok sonralari yapilan bir roportajda, negatif tekniklerinin ise yaramasinin sebebinin “insanlarin gelecegin belirsizliginden korkar” halde olmasinda yattigini soylemisti. Gelecegin belirsizligi niye artmisti? Cunku ekonomik aktivite cok daha hizlanmisti, bunun sebebi de isgucundeki aktorlerin hareket alaninin cok daha fazla genislemesiydi. Isin bu tarafindan daha once pek cok kez bahsettik.


Tayfun Acarer (Telekomünikasyon Kurumu Başkanı)

[..] internet yasaklarına çözümün yolu Youtube gibi sitelerin “Türkiye’ye özgü kopya” üretmelerinden geçiyor.

Yanlis

YouTube’a benzer siteler Turkiye’de var zaten, mesela Timsah.com. Ilginc bir nokta: Bu siteler iceriklerini cesitlendirmek icin YouTube’dan icerik kopyaliyorlar.

TA

[..] bunun yapılması durumunda ‘sadece zararlı içeriğe engel getirileceğini’ söyledi

Sacmalama

Ona yapamiyorsan, otekine niye yapamiyorsun? Bos bos konusma..


Cemil Ertem

Aslında bu değişimin çok büyük olacağını McCain de sezdi. Ve “beni seçmezseniz Amerika’ya sosyalizm gelecek” deyiverdi. Oysa gelenin, kapitalizmin onu ve onun gibileri tasfiye edecek yeni bir yüzü olduğunu biliyor.

Dogru


Murat Belge

Abraham Lincoln’un ünlü sözünü bu duruma uyarlayabiliriz: “Halkın bir kısmını her zaman korkutabilirsiniz; bütün halkı bir zaman korkutabilirsiniz; ama bütün halkı her zaman korkutamazsınız.”

?

Uyarlayabiliriz derken, “korkmak” degil “kandirmak” kelimesini koymaktan mi bahsediyor Sn. Belge? Eger oyleyse dogru. Degilse yanlis.


Deniz Gokce

Son dönemde ise, global petrol fiyatlarının azarak 150 dolara çıkması ile dolar biriktirip şımaran Putin, birkaç yıl dünya âleme posta atmış, üstelik de son dönemde Gürcistan’ın bir bölümünü işgal ederek ABD ve Avrupa ile de kapışmış, show yapmıştı. Çünkü 150 dolarlık petrol ve benzer hızla artan doğalgaz fiyatları Putin’i de “gaza getirmişti”. Ama petrol fiyatı bugünlerde yarıya inince işler değişti. Peki şimdi neler oluyor?

Dün aktardım! 1 Ağustos 2008 tarihinden bu yana geçen 2.5 ayda Rusya’dan çıkan toplam fon miktarı 74 milyar dolar. Rusya’daki en zengin 25 Oligarch’ın varlığı mayıs ayından bu yana 230 milyar dolar düşmüş, çünkü borsa çöktü! Serveti halka açık şirketlerde olan en zengin 10 “oligarch” zatın varlıkları, 1 Ocak 2008 değerlerine göre sadece üçte bir düzeyine düşmüş (yani geride yüzde 34 kalmış) ve 43 milyar dolara inmiş. Rusya Merkez Bankası’na göre de Ruslar bu yıl sonuna kadar 47.5 milyar ve daha da fenası, 2009 sonunda da yurtdışı kreditörlere 160 milyar dolar ödeme yapmak zorunda imişler!

Putin ve Medvedev bir yandan cümle âleme posta ata dursun [..] şimdi biraz susması, reform ve Bolivar devrimi sohbetini de küllendirmesi gerekecek! Aynen Putin ve Medvedevíin tüm âleme postayı frenlemesi gerektiği gibi!


Dogru

Rusya’nin fi tarihinde Afganistan’i isgalinin altinda yatan yine benzer sekilde o zaman artmis olan petrol fiyatlarindan “sarhos” olmalari ve saga sola saldirmaya baslamalariydi, Gokce’nin tabiriyle “posta koymak” diyelim. Boylarinin olcusunu aldilar tabii, fakat tarihten ders almayanlar onu tekrar etmeye mecbur kaliyorlar. Tek dogru yol var (liberal demokrasi) fakat bazi insanlar bu yone gitmeden diger tum secenekleri denemeye kesin kararlilar gibi. Olsun, denesinler.


Mahir Kaynak

Yeni ABD başkanının McCain olacağını sanıyorum ve bu sonuca varırken dünyanın geleceğinin nasıl planlandığını ve bunun için en uygun politikanın ne olacağını tahmine çalışıyorum. Görünüş benim yanıldığım yönünde ve Obama önde. Seçim benim için bir sınav olacak

Kafayi Duzgun Vidalamaniz Lazim

Obama, degisen uretim metodunun (kol bazli degil kafa bazli) siyasi yansimalarini temsil ediyor - eger bu ayrimi kacirdiysaniz analiziniz daha bastan cuvallayacaktir. Bu tahmini iskalayan herkes “modern” kafada gidiyor, bu analizlerden bir an once kurtulunmali… Ortada bir savas var ama bu cok gorunur bir savas degil… Cekisme Exxon ile Google arasinda.

Yani bu iki ucun temsil ettigi gorusler arasinda.


Abdullah Karatas

Hükümet bundan altı ay önce Bear Stearns ve Lehman Brothers şirketlerine indirimli kısa vadeli krediler vermeyip, batmalarına izin verse idi; bu krizi yaşamayabilirdik. İleriye bakınca, çıkarmamız gereken sonuç, krizleri önlemede daha çok devlet müdahalesi yerine, daha az devlet müdahalesi olması gerektiğidir. Hükümetin yapacağı büyük çaplı yardımlar, vergi ödeyenlerin paralarının batan ve kötü yönetilen bankaların finansmanı için kullanılması anlamına gelmektedir.

Geçtiğimiz seneden bu yana küresel finansal piyasalarda yaşananlar artık, insanların küresel kapitalist sistemin etkinliği üzerinde ciddi şüphelere sahip olmasına neden oluyor. Bu şüpheler, kritik birkaç noktayı kaçırmamıza neden oluyor. Öncelikle kriz tam anlamıyla özgürce çalışabilen serbest piyasa sisteminin ürettiği bir kriz değil, serbest piyasa sisteminin tam anlamıyla işlememesinden kaynaklanıyor. Amerikan hükümetinin piyasalara yaptığı devasa müdahaleler ve şimdilik reddedilen ancak yeni görüşmede kabul edilmesi yüksek ihtimal olan 700 milyar dolarlık bir yardım paketi ve büyük finansal işletmelerin devletleştirilmesiyle; yaşanan kriz daha da komplike bir hal alacak ve diğer pek çok soruna da yol açılmış olacak.

FED KRİZİ ALTI AY ÖNCE ÖNLEYEBİLİRDİ

Bugün yaşanan finansal kriz, aslında altı ay önce Amerikan Federal Hükümeti’nin, FED vasıtasıyla zor bir dönemden geçen Bear Stearns ve Lehman Brothers şirketlerine açtığı indirimli kısa vadeli krediler verilmeseydi önlenmiş olunabilinirdi. Ancak Federal Hükümet müdahale etmeyi seçti, Bear Stearms ve Lehman Brothers’ın iflasına hareketsiz kalmadı. Serbest piyasalar, ekonomi içerisinde kaynakların etkin dağıtımı sürdüğü ölçüde işler. Devlet müdahalesi olduğu ölçüde, doğrudan ya da dolaylı olarak, kaynakların etkin dağıtımı ilkesinden taviz verilecek ve kötü yönetilen şirketler piyasada var olmaya devam edeceklerdir. Bear Stearns ve Lehman Brothers şirketleri de işte bu durumda olan yani kötü yönetilen şirketlerdi. Federal Hükümet bu şirketlerine kredi musluklarını açarak problemi daha da karmaşıklaştırdı ve piyasada tam anlamıyla bir güven bunalımına neden oldu.

Eğer bu şirketlerin altı ay evvel batmalarına izin verilmiş olunsaydı, küresel sistem bugün yaşadığımız ölçüde bir krizle karşı karşıya olmazdı. Bugün sorun sadece Bear Stearns ve Lehman Brothers şirketlerinin çöküşü ve hızlı bir şekilde satımı değil, aynı zamanda Merrill Lynch, Washington Mutual, Fannie Mae ve Freddie Mac’te de benzer bir durum söz konusu.

2000 YILINDA İNDİRİLEN FAİZ DE HATAYDI

Hesap sorma gününü ertelemek sadece problemi daha da patlayıcı bir hale soktu, öyle ki dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük likidite krizlerinden biriyle karşı karşıya kaldık. Ayrıca unutmamak gerekir ki, bugün yaşanan krizin kökeninde çok yanlış bir şekilde 2000 senesinde devletin yaptığı yanlış müdahaleler de yatıyor. O sıralarda ‘dot.com’ skandalı nedeniyle yaşanan türbülans, devletin sert bir şekilde faiz indirimiyle tedavi edilmeye çalışılmıştı.

Düşük faizler hem bireylerin hem de şirketlerin ellerinin kuvvetlenmesine neden oldu. Tabii bu noktada olumsuz sonuçlar da oldu. Örneğin emlak piyasasında artan fiyatlar, küresel kredi piyasasında yaşanan olumlu hava ve daha önceleri risk analizlerini çok dikkatli yapan yatırım bankalarının, ucuz kredi bulunmasıyla artık yatırım kararlarında daha gevşek davranmalarına neden oldu.

Bu durumun sona erişi, reel ekonomiden gelen şokla başladı. Zira petrol fiyatları rekor kırıyordu, Irak’ın işgali sonrası dönemde yaşanan istikrar sorunları ve Basra Körfezi’nde petrol stoklarını etkileyecek yeni bir savaş korkusu da vardı. Buna Irak ve Afganistan’daki savaş nedeniyle ortaya çıkmış olan çok ciddi bir reel maliyeti ve bu maliyetin de, vergi ödeyenlere çok ciddi bir külfet yarattığını hesaba katmak gerekiyor. Bu tablo, hükümetin açığını arttırıyor, gittikçe şişen masraflar üzerinde bir kontrol mekanizması oluşmasını engelliyordu.

Emlak fiyatları düşmeye başladı ve FED krizi engellemek amacıyla faiz oranlarını indirmeye devam etti. Finansal balonun yaratılmasının bir suçlusu da bir anlamda bu hamleydi. Faizler iyice düştükçe, artık indirmenin de bir çare olmayacağı ortaya çıkıyordu. Ek olarak, enflasyon çirkin yüzünü göstermeye başladıkça, FED enflasyonu önlemek amacıyla faizleri arttırıyordu.

Finansal balon, ciddi olumsuz sonuçlarıyla birlikte patladı. Yatırım bankaları ve büyük ölçekli küresel bankalar, hatta ‘asla batmaz’ denilenler bile batmayla yüzyüze geldi.

Faizlerin uzun süre düşük düzeylerde olması, banka yönetimlerinin riskleri yeteri kadar doğru bir şekilde ölçememelerine neden oldu. Bankalar milyarlarca doları yeni ev sahiplerine akıttı, hem de kredi notu düşük olanlara, geri ödeyemeyecek olanlara… Bu borçlar daha sonra mortgege temelli tahviller şeklinde yeniden paketlenerek sistem içinde kaldı. Bu durum kaçınılmaz olarak finansal linklerden oluşan bir ağ yarattı ve bu ağın var olabilmesi için ev fiyatlarının sürekli artıyor olması gerekiyordu. Ev fiyatlarındaki artış durunca, Tanrı korusun, düşmeye başlayınca, ki artık o konumdayız, büyük çaplı değer indirimleri ile karşı karşıya kalıyoruz.

Bu durum aslında kapitalizmin sonu değil. Bu kriz, aslında devlet müdahalesinin ne kadar tehlikeli sonuçlar doğurabileceğinin bir sonucu. Sadece Amerikalı vergi ödeyenler için değil, aynı zamanda tüm küresel ekonomi için. Bu kriz bugün bu denli karmaşıklaştı ve derinleştiyse, tek sorumlusu hükümetin bu denli işin içinde olmasıdır. Hükümet eğer Bear Stearns ve Lehman Brothers’ın batmasına izin verseydi bugünkü krizleri yaşamıyor olacaktık, zira bankacılar o zaman kötü banka yönetiminden kaynaklanan ‘ahlaki tehlike’den uzak olacaklardı.

DAHA AZ DEVLET MÜDAHALESİ

Bu kırılganlıklar nedeniyle petrol fiyatlarından kaynaklanan şoklar da daha sancılı oldu. İleriye bakınca, çıkarmamız gereken sonuç, krizleri önlemede daha çok devlet müdahalesi yerine, daha az devlet müdahalesi olması gerektiğidir. Hükümetin yapacağı büyük çaplı yardımlar, vergi ödeyenlerin paralarının batan ve kötü yönetilen bankaların finansmanı için kullanılması anlamına gelmektedir. Hükümet harcamaların daha dikkat etmek zorundadır, bütçe açığını azaltmak gerekmektedir ve Irak-Afganistan türü yeni maceralar aramaktan vazgeçilmelidir. Tabii en önemlisi de, kötü yönetilen bankaları kurtarma misyonundan vazgeçilmelidir.

Uzun vadede, finansal piyasalar kendilerini düzeltecekler ve daha güçlü bir şekilde geri dönecektir eğer hükümet karmaşadan uzak duracak olursa. Eğer müdahaleye devam ederse, o zaman işler kesinlikle daha kötü bir hal alacaktır.

Mantikli


Yasemin Congar

Krizin esasen “mali sektörün gözü dönmüş bir hırsla, denetimsiz ve disiplinsiz bir bonkörlükle konut kredisi dağıtmasının” sonucu olduğuna inananlar bir cephede… Bu yılın Nobel ekonomi ödülünü alan New York Times yazarı Paul Krugman gibi iktisatçılar bu cephenin başını çekiyor.

Dogru, ve

.. hatirlatmak isterim ki, Long-Term Capital Management adli bir hedge-fund 1997 yilinda Nobel ekonomi odulu almis Sholes ve Merton tarafindan kurulmustu, fakat birkac sene icinde coktu. Bu cokusun matematiksel detaylarina fazla girmeye gerek yok (uc nokta -extreme- olaylarin oldugu gercek dunyayi “normal” dagilim ile modellemeye ugrastilar), fakat Nobel odullu insanlarin kendi alanlarinda cuvalladigi bu ornekten belli oluyor.

Ekonomi ve sosyal bilimler, kontrollu sartlarda girdi-ciktilarin belli oldugu klasik fizik gibi alanlardan daha nankor bir alandir [1]. Aktorler rasyonel degildir, cok cesitlidir, dis olaylar, algilayis, vs. toplaninca ortaya gayri lineer bir denklem ortaya cikar. Yani Nobel odulu almis bir kimse bile “problemin ne oldugu” ya da “cozumun nasil olacagi” hakkinda tek otorite olamaz. Uc nokta (extremistan) ve normal (mediocristan) bilim alanlari arasindaki farki The Black Swan adli kitapta bulabilirsiniz. Ilginc bir sekilde, bu kitabin yazari, Frenni kurumlarini ta 2007 yilinda bir risk olarak belirtmistir. Kitabin yazarinin bir liberteryen olmasi da raslanti degil. Kafasi calisanlar bu goruste.. Niye? Cunku ne bilmedigimizi biliyoruz. Uc noktalarin hakim oldugu alanlarda gelecegin tahminini grup dinamigine birakiyoruz. Yari-devletci, yari-kapitalist okuzler gibi, sistemin orasina burasina comak sokmaya ugrasmiyoruz.

Fakat Congar’i yine de karsi tarafta neler soylendigini gecte olsa farkettigi icin kutlarim.


Nese Duzel

NEŞE DÜZEL: Güneydoğu’da sokak gösterileri başladı. Niye şimdi başladı bu gösteriler?

ÜMİT FIRAT: Abdullah Öcalan, kitlesini hiç boş bırakmıyor. Bir eylem soğumaya yüz tuttuğunda diğerini gündeme sokuyor. Böylece kitleyi sürekli kendisine olan bağlılığını belirteceği eylemler içinde tutuyor ve kendisi dışında bir politik kurumlaşmayı engelliyor. Zaten son gösteriler de lidere bağlılık tezahürleri olarak ortaya çıkıyor.

Gösterilerin başladığı gün Ergenekon davasının da ilk günüydü. Ayrıca başbakan da o gün Güneydoğu’ya gitmişti. Bu gösteriler başbakanın gelişiyle mi, Ergenekon davasıyla mı ilgili? Yoksa bu iki olaydan bağımsız mı?

Başbakan’ın bölgeye gideceği bilinmiyordu. Gösteriler Ergenekon davasıyla ilgili olabilir. Ergenekon, devletin içinde sıfırlanmış değil. Ergenekon’a bağlı insanlar bazı şeyleri tetiklemiş olabilirler, provokasyonlara yol açabilirler. Güvenlik güçlerinde ya da korucularda hâlâ Ergenekon’la irtibatlı olanlar var. Ergenekon soruşturması başladığından beri Öcalan avukatları aracılığıyla ısrarla bazı şeyler söylüyor.

Ne diyor?

“Bana da geldiler, teklifler yaptılar. Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun (eski genelkurmay başkanı) temsilcisi Albay Atilla Uğur ( Ergenekon’un tutuklu sanığı) geldi, benimle konuştu,” diyor. Şam’da yaşadığı dönemden de bir şeyler aktarıyor. “Hapisteki Ergenekoncular 1994’te bana geldiler. Tansu Çiller’i öldürmek istiyorlardı. Bizim üstlenmemizi istediler, kabul etmedik,” diyor.

Bütün bunların anlamı nedir?

Siz, bir ulusal kurtuluş hareketinin önderisiniz, bağımsızlık mücadelesi veriyorsunuz. Ama biri gelip size, “cinayeti üstlenin” diyor. Bu çok çelişkili bir şey. Benzer ilişkiler daha önce de var mı yok mu, açmak lazım o zaman. Bunu size teklif etmeye cesaret ettiklerine göre, bir irtibat vardır. Muhtemelen bu, benzer diyalogların ilki değildir. Size bir şey anlatayım.

Evet…

1984, PKK’nin silahlı çatışmayı başlattığı yıldır. 1984 aynı zamanda Özal’ın askerlere rağmen 1983 seçimlerini kazanıp hükümet kurduğu ve bir yıl sonra da büyük bir ekseriyetle yerel seçimleri kazandığı bir dönemdir. Yani siyaset bilimi açısından bakıldığında 1984, Türkiye’nin sivilleşme dönemidir. Ve bu sivilleşme, 12 Eylül askerî rejiminin kurduğu kurumların tasfiye sürecini gerektirir. Ama böyle olmadı.

Peki, ne oldu?

Normal olarak kışlasına çekilmesi gereken asker aksine ülkenin yönetimine daha da yayıldı. Kürt sorunu vardı ve bu sorun bir güvenlik, asayiş meselesi olarak ortaya çıkarıldı. Böylece askerin sıkıyönetim rejimi, olağanüstü hal rejimine dönüştü ve bu yıllarca sürdü. Sonuçta Türkiye 1984’te yakaladığı sivilleşme fırsatını bir daha hiç yakalayamadı. Sivilleşmeyi yaşamadı, bölük pörçük yamalarla idare etti.

Türkiye sivilleşme fırsatını AB’ye üyelik süreciyle yeniden yakalamadı mı?

Yakaladı. Batı’yla bütünleşmek için AB’ye üyelik sürecini başlattı ama 2004’te başlayan çatışmalarla bu ikinci sivilleşme dönemi de karartıldı. Reformların önü kesildi. Oysa 1999’da Öcalan PKK’ye ateşkes ilan ettirmişti. Bu ateşkes aslında, silahlı mücadeleyi bitirme ve Türkiye’yi terk etme çağrısıydı. Bu dönem, PKK’nin silahlı mücadele dosyasını kapatıp sivil siyaset alanında çalışmayı önerdiği dönemdir. Nitekim 2003’e kadar pek şiddet olmadı. Ama 2003’ten itibaren çatışmalar sistemli bir şekilde tırmandı. Unutmayın AK Parti Hükümeti ve reformlar dönemidir 2003.

Türkiye ne zaman demokrasi adımları atsa ve insanlar özgürleşmeye başlasa PKK’nın eylemleri artıyor. Bunu mu söylüyorsunuz?

Ergenekon tarzı yapıların işine gelen bir gelişmedir bu. Zaten bu tip yapılar, çeteler, askerî vesayet rejiminin ürünüdür.

Güneydoğu’da hem askerî operasyonlar hızlanıyor hem de PKK şiddeti artıyor. Olanların yaklaşan yerel seçimlerle bir bağlantısı var mı?

Var. Bu mahalli seçimler, AK Parti ile DTP arasında geçmeyecek. DTP’nin aldığı oy artı ya da eksi PKK’ye yazılacak. Şimdi PKK, devleti ve hükümeti halka sert davranması için zorluyor. Eylemlerini tırmandırıyor. Zira PKK’nin bu tip eylemleri, askerin ve polisin hiddetini kabartır. Onların halka sert muamelesi de AK Parti’nin seçimlerde oyunu azaltır. Halkı PKK’ye ya da DTP’ye yaklaştırmak gibi bir hedef var burada. Ayrıca ‘ortada zulüm varsa PKK’ye de ihtiyaç var’ mantığıdır bu.

PKK’ya mı ihtiyaç var?

Evet. Eğer PKK varsa, güvenlik kuvvetlerine ve orduya da ihtiyaç vardır. Bir tür yumurta tavuk meselesidir bu. Birbirini besleyen iki yapıdır bu. İki yapı da çatışmanın çok olduğu ortamda öne çıkar.

PKK, Diyarbakır’ı AKP’nin kazanmasından çekiniyor mu?

Çekiniyor. Diyarbakır belediye başkanlığını kazanmak artık karaya bayrak çekmek gibi bir şey oldu. Diyarbakır’da seçimi almak PKK’nin siyasi kariyeri açısından bir prestij meselesidir. Kaybederse büyük prestij yitirir. Öcalan DTP’lilerin hepsini görevden uzaklaştırır. Yeni partiler kurdurur.

AKP Diyarbakır’ı kazanabilir mi?

Geçen yıl kazanacağına mutlak gözüyle bakılıyordu. Ama şimdi durum öyle değil. Diyarbakır’da seçimi kazanması giderek zorlaşıyor, çünkü hatalar yapıyor.

PKK şiddetinin artmasını Kürtler nasıl değerlendiriyor?

Şiddetin geleceklerini kararttığını görüyorlar ama… PKK kendi kitlesinde prestij kazanıyor. PKK’den korkanlar artıyor. Başbakan Diyarbakır’a gittiğinde sanıyor musunuz ki insanlar dükkânlarının kepenklerini protesto diye indirdiler. Kepenkleri korkudan indirdiler. PKK’nin bölgede korku yayan otoritesi artıyor. Ayrıca PKK ve Öcalan lehine sloganlar da artık sokak ortasında açıkça atılıyor, PKK’nin karakollara saldırı başlattığı tarih olan 15 Ağustos gibi günler, gençler, DTP yöneticileri ve milletvekilleri tarafından alenen kutlanıyor.

Tam yerel seçimler yaklaşırken Başbakan Erdoğan genelkurmay başkanını destekleyerek şahin bir tavır aldı. Bu tavır seçimlerin sonuçlarına yansır mı?

Yansır. Türklerden alacağı oylar artabilir ama Kürtlerden ve demokrat kesimden geçmişe göre daha iyi oy alamaz.

Şiddet artarken bir yandan da devlet, Kuzey Irak’ın yöneticisi Barzani ile resmen görüştü. Barzani, Türkiye’deki Kürt sorununun çözümünde rol oynayabilir mi?

Oynar. Barzani’yle barışık olmak Türkiye’nin Kürtlerle barışması anlamına gelir. Barzani’yle iyi ilişki, Türkiye’nin kendi Kürtleriyle ilgili şartları iyileştirmesinin ortamını yaratır. Çünkü Kürtlerle gerilimli olan bir Türkiye demokratikleşme hamlesi yapamıyor. Eğer demokratik hamle yaparsa PKK de güç kaybeder ve dağa çıkmanın gerekçeleri ortadan kalkar. Öcalan, Irak Kürtleriyle Türkiye’nin iyi ilişkiler kurmasını istemiyor. Çünkü bölgenin en büyük Kürt partisi kendisi olmak istiyor.

Türk devletinin içinde Kürt sorununu barışçı yollarla çözmek isteyen bir görüşle, savaşın sürmesini isteyen başka bir görüş çatışıyor mu?

Şu anda öyle bir çatışma var. Basına yansıyan MİT raporlarından, Öcalan’la İmralı’da yapılan görüşmelerden anlaşılıyor ki, MİT, Kürt sorunun çözümü konusunda daha gerçekçi bugün. Bu işin böyle gitmeyeceğini görüyor. Kürt sorununun barışçı çözümünü istiyor.

Bu durumda Kürt sorunun barışçı yoldan çözümünü asker mi engelliyor?

Önemli ölçüde asker engelliyor. Asker sadece Kürt meselesinde değil, Türkiye’nin tüm meselelerinde vesayetini sürdürmek istiyor. Askerin siyaset üzerindeki vesayetini korumasının yolu da Kürt sorunu üzerinden sağlanıyor. Biz Türkiye’nin meselelerini Kürt, Ermeni, Kıbrıs, türban gibi sıralarız. Aslında Türkiye’nin meselelerini tek başlığa indirebiliriz.

Nedir o?

Türkiye’nin sorunu askerin yeridir. Yani askerî vesayettir. Askerî vesayet olmasa, siviller beraber yaşama kültürünü sağlayabilirler ve bütün sorunlara barışçı çözüm bulabilirler ama… Askerin siyasi sistem içindeki konumu yüzünden siviller devleti yönetemiyorlar ve siyasi sorunlara el atamıyorlar. Bu sistemde bütün siyasi sorunların çözüm yeri ordu oluyor. Bu yüzden de sistem tıkanıp kalıyor ve partiler durmadan kapatılıyor.

PKK, Kürt sorununun şiddeti artırarak çözümlenebileceğine inanıyor mu?

Devletin Kürt sorununu şiddetin arttığı bir ortamda çözmeyeceğini biliyor ama… Şiddeti artırarak, kendisinin, Türkiye’de ve Ortadoğu’da Kürt meselesinde dikkate alınacağını düşünüyor. Ahmet Türk, Öcalan’ın İmralı’dan sürekli barış mesajları verdiğini söylüyor. Peki, bu baskınlar, tabutlar, eylemler, saldırılar asi PKK’lilerin işi mi? Öcalan’ı dinlemeyen asi PKK’liler mı var? Artık şu bir gerçek ki… Kürt dünyasında ve Türkiye’nin Kürt meselesinde PKK’siz barışın olmayacağı bir noktaya geliyoruz. Çatışmaların yaşandığı bir Türkiye’de PKK’siz barış olamaz.

Devlet yöneticileri şiddetin artmasının nasıl sonuç vereceğini düşünüyor peki?

Devlet yöneticilerinin bir kısmı şiddet karşısında güvenlik tedbirlerini artırarak sorunu çözmeyi umuyor. Bir kısmı da güvenlik önlemlerinin artırılmasıyla sonuç alınamayacağını düşünüyor. AK Parti Hükümeti’nde bazen bu tavır öne çıkıyor, bazen de kayboluyor. Dışişleri Bakanlığı ise son yıllarda daha sağduyulu. Bu işlerin dünyada nasıl çözüldüğünü görüyor. Demokratik reform ve genel af istiyor. Ama bu adımlar ordunun onayı alınmadan atılamıyor. Zaten Türkiye’de ordunun onayı olmadan reklam filmi bile yayınlatılamıyor. Ordu siyasetin içinde dururken Kürt meselesi çözülemez. Ordunun siyasetteki yeri zayıflatıldığında ancak bu ülkede Kürt sorunu çözüm yoluna girer.

Geçen hafta Avni Özgürel, bu savaşın bitmesini istemeyenlerin olduğunu söyledi. Sizce de iki tarafta da savaşın devamını arzulayanlar bulunuyor mu?

Şüphesiz. Osman Pamukoğlu’nun da kanaati bu. Keza Öcalan da, Tansu Çiller döneminde kendisine yapılacak olan suikasttan haberdar edildiğini söylüyor. Ayrıca, avukatlarına, “2000 yılında ben birliklerimin tamamını Türkiye’den çıkarmak istiyordum ama İmralı’ya gelen genelkurmay yetkilisi hepsinin Türkiye’den çıkmasının yanlış olduğunu söyledi” diyor. Hatırlayın, 2003’te PKK’ye karşı operasyonlar birden tekrar başladı. Hani PKK Türkiye’den gitmişti? Meğer gitmemişler.

Niye gitmemişler sizce?

Galiba bazı statükocu bürokratlar, Türkiye’nin AB’den müzakere tarihi alacağını gördüler ve AB üyeliğini ciddiye aldılar. Nitekim çatışmalar o günden sonra tırmandı. Türkiye’nin zayıf karnı çatışma ortamının yaratılmasıdır. AB üyeliğinin önü ancak bir iç çatışmayla, savaş haliyle kesilebilir. Çünkü bu, ordunun siyasi vesayetini artırdığı, sivil alanın daraldığı bir dönemdir. Düşünün ki genelkurmay başkanı Diyarbakır’a gidiyor. Oradaki kurumların temsilcilerini toplayıp sohbet ediyor. Van’da sokakta yürüyor. Başbakan Erdoğan bölgeye gidiyor, kepenkler iniyor.

Kepenk indirme eylemini PKK yaptırıyor. PKK niye genelkurmay başkanına karşı aynı eylemi yapmıyor sizce?

Öcalan, 2005 Ağustosu’nda avukat görüşmesinde, “AK Parti hükümeti, genelkurmayla PKK’nin arasını açıyor,” demişti. Çünkü asker, onun rakibi değil varlık nedenidir. Bölgenin siyasetinde AK Parti’yi rakip görüyorlar.

Apo, bu şiddeti durdurabilir mi?

Durdurabilir. PKK adına silah bırakma, ateş kesme kararını verecek yegâne kişi odur. Öcalan’ın dağdakiler üzerinde büyük otoritesi var. Avukatlarına, ‘kapattım o PKK’yi, yerine yeni bir PKK kuruyorum’ der ve kurabilir. DTP’ye oy veren, PKK’ye sempati duyan kitlesi üzerinde böyle manevi, tanrısal bir gücü vardır. Ama tabii derin devlet devreye girmezse…

Girerse ne olur?

Anlatayım. 1993’te Özal’ın çabalarıyla PKK’ye yönelik politika değişikliğinde çok önemli noktaya gelinmişti. Mekik diplomasisiyle Talabani’yle görüşülüyordu. Öcalan ateşkes ilan etmişti. Özal cumhurbaşkanıydı, Demirel başbakandı. Aniden Özal öldü. Demirel cumhurbaşkanı oldu. Henüz Çiller seçilmemişti, Erdal İnönü başbakan vekiliydi. İsmet Sezgin içişleri bakanı olarak dağdakilere af projesi üzerinde çalışıyordu. 25 Mayıs 1993 günü Demirel, bakanlar kurulu toplantısına ilk kez cumhurbaşkanı olarak katılacaktı ve o günkü bakanlar kurulu gündeminde “af” vardı.

PKK’yı dağdan indirebilecek bir af mıydı bu?

Evet. Bir barış ortamı doğabilecekti. Öcalan’la pazarlıklar yapılıyordu. Ama olmadı. Çünkü aynı gün Bingöl’de 33 er kurşuna dizildi. Çünkü PKK’li bir time bazı istihbaratlar verildi. Dezenformasyon yapıldı. Gittiler, o askerleri öldürdüler ve o günden sonra bir daha Türkiye’de öyle bir af projesi bakanlar kurulunun gündemine gelmedi. O dönemde Demirel de çatışmanın sona ermesini istiyordu. Çünkü barış elini rahatlatacaktı. Demirel sonuçta yatırımcı bir insandır. Savunma harcamalarını bu kadar büyütmek istemiyordu. Orduyu bir zapturapt altına almak istiyordu.

Affın olmasını istemeyen kimdi peki?

İşte bu Ergenekon tarzı ilişkilerdi. Derin devletti. Ayrıca İran da, Saddam da, Esat da istemiyordu… Şemdin Sakık, “Biz Bingöl - Elazığ karayolu üzerinde 33 erin öldürülmesi eylemini Öcalan’ın bilgisi dahilinde yaptık,” dedi. Nitekim Öcalan da ilk günlerde bu olayı sahiplendi, “Onlar çok özel eğitimli birileriydi. Bölgede bize karşı kullanacaklardı,” dedi. Ama sonra kıtasına giden silahsız erler olduğunu anladı ve bu olayı sonradan sahiplenmedi. O 33 insanın çok haince bir plan için bölgeye gönderildiğini söyleyerek onu yanılttılar.

Kim yanılttı? 33 erin öldürülmesi derin devlet operasyonu muydu?

Derin devlet bunu PKK’ye sahte enformasyon vererek yaptırdı. Ve af gündemden kalktı. Aradan 17 yıl geçti Türkiye hâlâ o noktaya gelemedi. Kürt sorununda çözüme en çok yaklaşılan nokta oydu. 1993 mayıs aylarıydı…

Kürt sorununu çözebilmek için sizce ne yapmak gerekiyor?

Taraflar biraraya gelsin deniyor ya bu gerçekçi değil. Önce Ankara’da taraflar bir araya gelmeli. Genelkurmay, bürokrasi, dışişleri, yargı, MİT, hükümet sivil ve demokratik bir çözümde uzlaşmalı.

PKK’yı dağdan indirmek için ne yapmalı?

Aftan önce, bu insanları dağa götüren gerekçeler ortadan kalkmalı. Yeni anayasa yapılır ve vatandaşlık tanımı etnisiteye bağlanmazsa… Kürtlerin dağlarında her yere ‘Ne Mutlu Türküm’ yazılmazsa, ‘Türk öğün, çalış, güven’ gibi laflar kaldırılırsa… Bunlar iyiye gidişin işaretleri olur.

Türk tarafı PKK’yı dağdan indirmek için gerekli tedbirlerin alınmasını tasvip eder mi peki?

Uzun vadede kendisi için iyi olacağını onlara anlatmak lazım. Daha çok tabut istenmiyorsa demokratikleşmeden başka çıkış yolu yok. Üstelik demokratikleşmede kimse kimseye bir şey vermiyor ki. Kimsenin biri şeyi eksilmiyor ki. Aksine toplumun içindeki zenginlikler artıyor.

DTP kapatılırsa, siyasi sonuçları ne olur?

Siyasi yasaklar gelirse parlamentoda grup kuramazlar. DTP’nin kapatılması Öcalan’ın ve PKK’nin işine geliyor. DTP kapatılınca PKK kapatılmış olmuyor ki. Sadece siyasi kadro zayıflıyor. Zaten Öcalan ve PKK, DTP’nin parlamentoya girmesini çok arzulamamıştı. Tabanın isteğine uydular. Yoksa kendileri dışında bir yapının ortaya çıkmasını ve meşru adres olarak görülmesini istemezler. Ayrıca DTP’nin kapatılması PKK için meşruiyet zeminidir. ‘Ne yapabilirim, mecburen yeraltında örgütleniyorum’ diyor.

Mantikli

Ve eklemek isterim ki, yukarida tarif edilen tablo tam anlamiyla bir felakettir.

[1] Kaldi ki, temel bilimlerde de kaotik sartlarin ortaya ciktigi yerler son zamanlarda ortaya cikmaya baslamistir. Ilginctir, sarkac problemine geri donuldu mesela… Bu alanda Strogatz gibi babalar sarkacin kaos yaratabildiginin ortaya koydular.


Economist

[..] Son zamanlarda yeni bir hipotez one cikmisti; Bu hipoteze gore finans piyasalarinin tabiati stabil olmaktan uzaktir. Stabil periyodlar her zaman asirilik ve kacinilmaz krizlere sebep olur, ve “daha serbest” piyasalar her zaman “daha fazla hasara” sebep olur.

Bu gorus bilindigi uzere 20. yuzyil ekonomisti Hyman Minsky tarafindan ortaya atilmisti. Minksy’ye gore [..] stabil finans bir hayalden, seraptan ibaret bir fikirdi.

Bu gorusteki problem finansal innovasyonlarin oyle kendiliginden ortaya cikmadigi, boslukta peydahlanmamis oldugu gercegidir. Butun bu innovasyonlar devletin bu alanda yarattigi tesvikler sonucu ortaya cikmistir. [..] Politikacilar bu hatada cok buyuk bir rol oynamistir. En buyuk asiriliklarin yasandigi Amerika’nin emlak sektoru probleminin her yerinde devletin parmak izlerini bulabilirsiniz. Devletlestirilmelerinden cok once Fannie Mae ve Freddie Mac sirketlerinin ikisinin de ustu kapali bir “devlet garantisi”ne sahipti. Columbia Universitesinden Charles Calomiris’in ve American Enterprise Institute’den Peter Wallison’in belirttikleri gibi, “2004’ten sonra subprime emlak piyasasinin patlama yapmasinin sebebi, bahsedilen her iki sirketin de asiri miktarda subprime mortgage almaya baslamis olmalaridir, ki bunun sebebi de ortalikta herkesin ‘rahatca alinabilen ev’lere sahip olmasina ugrasan bir politik iradenin mevcudiyetidir”.

Ek olarak: Tarih bize gosteriyor ki, finansal patlamalar / yukselisler para “ucuz” oldugunda ortaya cikarlar. Ve para, baylar ve bayanlar, ozellikle Amerika’da gectigimiz birkac yilda asiri derecede ucuzdu. [..] Bunun en onemli sebeplerinden biri FED’in faiz oranlarini cok uzun sure cok dusuk tutmus olmasidir, ve bunun sonucunda, cok fazla tasarruf eden, buyuyen ekonomilerden Bati’ya dogru bir sermaye akini olmustur.

Demek ki, modern finansi tek basina, izolasyon halinde krizin sorumlusu olarak yargilamak yanlistir.

Katiliyorum


Sabah

Android, ‘temelde dış dünyayla iletişim kuran ufak bilgisayarlar olan’ cep telefonlarında yeni bir devrimi başlatmak için gerekli altyapıya sahip. Bu da şu anlama geliyor: Android, öncelikle bir platform. Apple da programcılara iPhone’larda kullanılabilecek yazılımlar üretme imkanı sağlamış, ancak hep yaptığı gibi merkezi yönetim mantığıyla bu yazılımların ancak kendi filtresinden geçtikten sonra iPhone kullanıcılarına ulaşmasını şart koşmuştu. iTunes Store da aynı mantıkla iPhone’da kullanılacak bütün şarkı, video ve yazılımları bir çatı altında topluyordu. ‘Apps’ yani uygulamalar adlı alanda sattığı yazılımlarla ilk ayda Apple, 30 milyon dolardan fazla para kazandı. Yazılımları hazırlayan programcılar ise toplam 70 milyon doları ceplerine indirdi. Android, bu düzene bir isyan anlamına geliyor. Apple’ın dükkanına koymayı reddettiği pek çok yazılım var. Bu noktada da devreye ‘kontrolü’ geri plana iten Android platformu giriyor.

iPhone kullanıcıları Google Maps kullarak vahşi dünyamızda yollarını hiç şaşırmıyordu. Android elbette Google Maps’e takla attırmış: Aylar önce ilk çıktığında epey gürültü koparan ‘gerçek fotoğraflardan oluşan’ sokak görüntüsü modu sayesinde Android kullanıcıları bulundukları noktadan 360 derece çevrelerini gerçek fotoğraflar aracılığıyla inceleyebilecek. Android’in pusula özelliğiyle birleşince harita konusunda G1, iPhone’a büyük fark atıyor. Kullananların yalancısıyız: Sokakta Google Maps’i açıp telefonu nereye tutarsanız oranın görüntüsü anında ekranda beliriyormuş. Birkaç tuşa basın ve karşı kaldırıma geçince göreceklerinizi, karşı kaldırıma geçmeden görün.

Dogru

Kutlarim. Haber en onemli noktalari yakalamayi basarmis.


Engin Ardic

Orta Asya’da atalarımız [..]

Yanlis

Genetik arastirmalara gore su anda Turkiye genetik havuzunun en fazla yuzde 30’u Orta Asya kaynaklidir. O zaman, Orta Asya’dan buraya gelen insan grubu icin “atalarimiz” degil “atalarimizdan bazilari” olarak bahsetmek daha dogru olur. Hatta bu katki “azinlik” oldugu icin “biz” ve “ata “ kelimeleriyle ayni cumlede anilmamasi daha iyi olur.


Gokhan Ozgun

Kapitalizm [..] bir üretim tarzıdır.

Yanlis

Kapitalizm bir uretim tarzi degildir.


Murat Belge

Komutanın golf oynaması, benim ölçülerime göre, hak ettiğinden çok daha fazla bir eleştiriye uğradı. Buna kusur bulunurdu, elbette, bulunmaz demiyorum. Ama, sanki, kurumun yarattığı bir şey sonunda bir bireyin başında patladı.[..] özet olarak, en olmadık günde, bolca fotoğrafıyla birlikte, “golf oynayan komutan” tesbit edilince, bütün birikim onun üstüne boca edildi. [..]

Simgesel jestler, duruşlar, sözler toplumu bizimki. Çünkü “teftiş” edilmeye alıştırılmışız. “Hiza ve istikametler” düzgün, ayakkabılar boyalı olacak, yakalar iliklenecek. Teftiş “eden” yerinde olan kişi yakası bağrı açık yakalanınca, teftiş edilenler de hıncaldılar.

Dogru


Mehmet Altan

[..] benim AK Parti’ye ve hükümete önerim Avrupa Birliği’nde birey ile devlet arasındaki ilişkiyi en gelişmiş bir anlayışla tanzim eden ‘Temel Haklar Şart’ını’ bundan böyle temel metin olarak kabul etmeleridir… İşlerin kolaylaşacağını ve Ankara Statükosu’nun yemi haline gelmeyeceklerini görecekler… Çünkü… Eğer referans evrensel hukuk ve özgürlükse, özgürlük anlayışınız bütünsel ve ilkeli ise bununla Ankara bile baş edemez… Yeter ki bir konuda özgürlük talep ederken, diğer bir konuda yasakçı olmayın… Ve demokratik reformlardan taviz vermeyin.

Katiliyorum


Hadi Uluengin

Yani, ortada “x” miktar para varsa, onunla postal mı, tüfeng mi, yoksa batarya mı alınacaktır? Buna kim karar verecektir? Tehdit algılaması hangi kıstaslara göre saptanacaktır?[..] bakanlığın “savunma” sıfatına rağmen, esas itibariyle hálá eski dönemin “harbiye nezareti” tanımına uygun düşüyor. Neden mi?[..] ABD’den havada ikmal uçakları satın alıyor.

O gerekli

Ikmal ucaklarinin tedariki, Bosna bunalimi sirasinda Turkiye’nin bu ucaklara sahip olmamasi sebebiyle Balkanlarda bile operasyon yapamayacak halde oldugunun anlasilmasindandi [1]. “Efendim Balkanlarda operasyona ne gerek var?” derseniz, bu sinirlarina hapis kalmis bir savunma anlayisini temsil eder… Artik etkili savunma “saha savunmasi” degil, gerektigi zaman guc tasiyabilecek/yansitabilecek (projecting power) durumda olmaktir. Geleneksel etki alanlarindan koparilmis, suni sinirlarin oldugu bir bolgede yasayan ve bunun kotu yan etkilerini surekli tecrubeleyen Turkiye icin bu ozellikle gereklidir.

Aktutun baskinina gelelim; Asimetrik savas, sabit duran askerlerin savasi degildir. En iyi savunma saldiridir ve bu savasi surekli hareket halinde olan “avci” ve ozel egitimli birlikler yapmalidir.

ZORUNLU ASKERLIK SONA ERDIRILMELIDIR.


Emre Akoz

Eğer çöken bir şey varsa, bu bir “ üretim biçimi “ olarak kapitalizm […]

Yanlis

Kapitalizm bir uretim bicimi degildir.


Atilla Yayla

Öyle ya, kapitalizm gerçekten bir üretim biçimi olsaydı bazı kapitalist ülkelerdeki Taylorizm, Fordizm gibi adlarla anılan üretim biçimlerinin en sıkı taklitçisi olan sosyalist ülkelere ne ad vermek gerekirdi? [..] Kapitalizm bir iktisadi örgütlenme tarzıdır.

Dogru

Uzun sure hem kapitalizm hem sosyalizm’in superideolojisi endustriyellesme olmustur (ve onun yan urunleri olan modernite, kitlelesme, merkeziyetcilik, vs). Ozal’in tarifiyle “yuzde 80’i servis/bilgi ekonomisinde calisan” bir ekonomi kapitalist olabilir.

Ozel mulkiyet ve serbest mubadele kapitalizmin temelidir. Satilan mallarin “ne” ve “nasil uretildigi” degisik “izm”‘lerin alanina girer.

Fordizm, Taylorizm kisaca endustriyellesme ideolojisine tekabul ederler - bunlar montaj banti mentalitesidir. Bant Allah’tir, bantta calisan isciler banta tapinan kullardir. Banttan tek tip urunler cikar ve bunu ureten insanlar da tek tiptir. Buna ayni zamanda buyuk olceklerin ekonomisi (economies of scale) denir, fakat sayi olmasina ragmen “cesitlilik” yoktur. Ford’un unlu sozu neydi? “Siyah secmek sartiyla arabanizi istediginiz renkte alabilirsiniz”.

[1] Stratejik Derinlik, Davutoglu, A., sf. 73


Taha Akyol

“Ergenokon gözaltıları tam Başsavcı’nın Anayasa Mahkemesi’nde esasa dair iddiasını sunduğu gün…” İyi ama bu gözaltılar birkaç gün önce yapılsaydı, “tam da Başsavcı iddiasını hazırlarken” denilebilirdi. Gözaltılar daha sonra yapılacak olsaydı “tam AKP davası karar sürecine girmişken…” denilebilirdi. [..] komplo teorileri “zihnimizin içindeki kurgular” olduğu için daima ve yine zihnimizin içinde ‘sebepler’ ve ‘kanıtlar’ yakıştırılabilir, kurgulanabilir.

Sacma, Eksik

Iste turban gkararinin gerekcesi yine tam Ergenekon davasinin basladigi ana denk geldi. Bu da mi raslanti? Ayrica bunun yapilmasinin gayet basit bir aciklamasi olabilir: Bu iki “buyuk olay”, surekli ayni anda goturuluyor ki kimse “gol yemis” hissiyatina girmesin. Bu kadar basit. Ya da, biri, digerinin sansasyonu icinde gomulmeye ugrasiliyor. Basit bir halkla iliskiler, PR cabasi yani.


Emre Akoz

Hatırlarsınız: Anayasa Mahkemesi (AYM), Turkiye Büyük Millet Meclisi’nin yaptığı bazı Anayasa değişikliklerini iptal etmişti.Meclis’in 411 gibi rekor bir kabul oyuyla değiştirdiği 10’uncu ve 42’nci maddelerde, 5 Haziran 2008 günü kamuoyuna açıklanan kararla eskiye dönüldü.

Bildiğiniz gibi konu türbanla ilgiliydi. Meclis’in amacı üniversitede türban takanlara serbestlik getirmekti. Eğer olaylar olağan mecrasında aksaydı, bu sömestrden itibaren isteyenler türbanıyla üniversiteye devam edecek ve böylece yıllardır sürüp gitmekte olan tartışma son bulacaktı. Ancak AYM, normalleşmeye izin vermedi. Türban tartışması kaldığı yerden devam edecek. Bazı aymazlar AYM’nin verdiği kararı “laikliği savunuyor hatalarını şöyle özetleyebiliriz: “ diyerek alkışlıyor. Bu şakşakçıların

1) Üniversitede türban takmakla laikliğin hiçbir ilişkisi bulunmuyor. Devlet, “ elemanı olmayan “, reşit insanların giyimine kuşamına karışamaz. Sokaktaki türbanlı kadın laikliği zedelemiyor da, üniversitedeki öğrenci mi zedeliyor?

2) AYM’nin üyeleri bu kararı alırken Anayasa’yı çiğnedi. Çünkü Anayasa, tartışmaya yer vermeyecek biçimde AYM’nin Anayasa değişikliklerini ancak “ şeklen “ inceleyebileceğini, “ içeriğe “ ise dokunamayacağını belirtiyor. Bunları yazan 148’inci madde çiğnenmiştir. Bu suçtur . Üyelerin cezalandırılması gerekir. ( Tuhaf bir durum: Suç işledikleri apaçık ama böyle bir yargı mekanizması yok.)

3) AYM’nin 5 Haziran’da açıkladığı, gerekçesini de dün yayınladığı kararın bir başka vahim yanı da, Meclis’in yetkisine el atmasıdır. Yani AYM, Meclis’e ve sadece Meclis’e ait olan bir yetkiyi gasp etmiştir. Bunu yaparken kaynağını Anayasa’dan almayan bir yetkiyi, kendine vehmederek kullanmıştır.

4) Şakşakçıların göremediği nokta şudur: AYM, bu yetki suiistimalini ve gaspını Anayasa’nın değiştirilemez maddelerine atıf yaparak sağlıyor. Bu olayda atıf yapılan temel kavram “ laiklik “. Ancak yol bir kere açıldı: Ekonomiden siyasete, herhangi bir konuda yapılacak değişiklik, “ demokrasi “, “ sosyal devlet “ ve “ hukuk devleti “ gibi değiştirilemez ilkelere atıfta bulunarak iptal edilebilir.

Yani Anayasa Mahkemesi artık “ Vetoyasa Mahkemesi “ olmuştur. Çünkü her türlü değişikliği veto edebilir hale gelmiştir. Artık Meclis’in yapacağı tüm Anayasal değişiklikler, AYM’nin çizdiği sınırlar içinde olmak zorundadır. Milli Güvenlik Kurulu ve diğer mekanizmalarla, Türkiye’de bir “ Askeri Vesayet Rejimi “ kurulduğunu söyler dururuz eskiden beri. Şimdi bu rejime Anayasa Mahkemesi de eklendi. Bir de “ Yargısal Vesayet Rejimi “ vardır artık Meclis’in üzerinde. Yani çifte düğüm atılmış, çifte zincirle Meclis kıpırdayamaz hale getirildi.

Bir başka kurumun (yani AYM’nin) olurunu almadan Anayasa maddelerini değiştiremeyecekse, “Meclis’in yasama yetkisinden” nasıl söz edebiliriz? Nasıl “ Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir “ diyebiliriz? Diyemeyiz!

Dogru


Newsweek

W. Bush’a gore [ev sahibi, cekirdek ailelerden olusan] bir ulke daha stabil ve daha refah olacakti. Baskan Ekim 2004’te “kendi evine tasinan her aile Amerika’yi guclendirir” sozlerini soylemisti ve Bush, bu vizyonu gerceklestirmek icin ev sahibi olunmasini tesvik eden politikalari takip etmeye koyuldu: Mesela “sifir pesinat atilimi” bunlardan biriydi; Ki bu atilim aynen isminin soyledigi seyi yapiyordu

Bu ornekler tabii ki son derece absurt kurgulamalardir. Fakat bu kurgulamalar bile mortgage’larin uzerinde turetilen “finansal enstrumanlarin” yaninda hafif kaliyordu. Mortgage’lari baz alan yeni turevler, ve o turevlerin turevleri derken paketin icinde paketlerin fazlalastigi acaip bir sistem ortaya cikmis, ve bir sure sonra bu paketlerden biri alininca neyin alindigi, hatta o alinanin degerinin ne oldugu anlasilamaz hale gelmisti. - Zachary Karabell

Dogru

Burada onemli bir analiz daha var: Ustteki paragraflardaki bazi anahtar kelimelere dikkatinizi cekerim: Mesela cekirdek aile. Cekirdek aile niye peydahlanmisti, hatirlayalim: Bu aile sehir disindaki evde yasamaktaydi cunku “uretim merkezine (fabrikaya)” yakin olunmasi gerekiyordu. Bu artik gecmiste kalan endustriyel bir duzene hizmet etmek icin ortaya cikmis bir sosyal yapilanmadir.

Bunu hatirlayarak, 2004’te gazlanan, tesvik edilenin ne olduguna tekrar bakalim: Sehir disinda yasanilacak bir ev. Bu evin alinmasi ne demek? O eve gidip gelmek icin araba alinmasi demek. Nemalanan hangi sektor? Otomotiv. Bu araba alinca icine benzin konulmasi gerekecek. Bu hangi sektor? Petrol. Bu arabanin gececegi yollar, evin kendisini kim yapacak? Insaat sektoru.

Bu sektorlerin hepsi de (ozellikle petrol) modern/endustriyel ekonominin parcalaridir. W. Bush, bilindigi uzere bogazina kadar bu cikarlara batmis bir baskandir.

Bush hukumeti ile petrol cikarlari arasindaki baglantilari daha once ortaya koymustuk.

Tabii W. Bush, bu vizyonu ittirirken, bazi kod kelimeler kullanmistir: Mesela “sahiplenme toplumu (ownership society) olmak”. Bu ABD’nin kapitalist kultur kodlarina yapilan bir satis operasyonundan ibarettir. Sahip olmanin tabii ki bir zarari yok - liberal ekonominin temel noktalarindan birisi: Fakat, bahsedilen sekilde “alinan” ev, gercekten kisiye ait oluyor muydu? Bu evi almak icin borca giriliyordu! Gayrimenkul aslinda hemen “sizin” olmuyordu. Evet, borca girmek kapitalist bir ekonomide tabii ki mumkundur, ama risk algilamasi piyasa kosullarinin icindeyse.

Tabii ki bu geri kalmis “modern” vizyon, gunun birinde gercek ekonomik sartlarin sert duvarina toslayacakti. Kaldi ki, aslinda cekirdek aileyi emlak sahibi yapmaya ugrasan politika, bu ilk amacina bile erisememistir! Gercek durum insanlarin giderek uzaktan calismaya baslamasi, sehirlere tasinmasi ve mobil bir hayat yasamaya baslamis olmalaridir. Eh, ortaya bir emlak tesviki cikinca, bu tesvik gercekten yasama amacli olarak degil, spekulatif amaclarla kullanilmis, bu da emlak balonunun sismesi icin bir sebebi daha teskil etmistir.