View on GitHub

thirdwave

Hafta 48

Taraf

Maliye Bakanlığı’na göre devletin iki milyon 821 bin adet taşınmazı var. Mehmet Altan “devletin elinde bu kadar mal olması demokrasilere değil, padişahlık düzenine özgü” diyor. Türkiye’de arazilerin yüzde 50 ile yüzde 20 arasında tartışmalı bir oranının devlet adına kayıtlı olduğu belirtildi. Gayrimenkul zengini olan devletin ekonomik hayata da egemen olduğu için gelişmenin sağlanamadığına dikkat çekildi. Prof. Dr. Mehmet Altan, “Bu rakamlar gösteriyor ki padişahlık devam ediyor.

Dogru (Nihayet)

Bu verileri gorunce insan dusunmeden edemiyor: “Niye daha fazla arastirmaci bu konulara egilmedi/egilmiyor?” Galiba tebalik, kulluk, saray merkezlilik hissiyati kulturel ve entellektuel dokuya oyle islemis ki, mulkiyet kavraminin bir parametre olabilecegi insanlarin aklina bile gelmiyor. Bir seyin her yerde olmasi sebebiyle gorunmemesi

Tekrar belirtmekte fayda var: Eger mulkiyet yoksa, birey yoktur, birey yoksa girisim yoktur, girisim yoksa bildigimiz anlamda ekonomi yoktur, birey yoksa demokrasi yoktur. Nokta. Osmanli’ya ve (Cumhuriyet olmayan) Cumhuriyete bu acidan daha yakindan bakilmalidir… Osmanli’da mulkiyetin durumu nedir? Topraklar padisahindir, koylu o toprakta kiracidir. Topragi terk edemez, ederse hemmen ensesinden yakalanip geri getirilir. Bu bir kolelik sistemidir. Boyle bir duzenden kapitalist tarim tabii ki cikmaz. Ve sermayeyi bir yerlerde arttiracaksin ki onu sanayiye aktarabilesin, bu sebeple Osmanli’da bu yapil(a)madigi icin sanayi girisimleri ol(a)mamistir.

Osmanli duzeni kucuk koylunun kucuk ve koyunde tutulmasi ve bu sekilde sistematik sekilde somurulup, artik degerin yagmalanmasi uzerine kurulmus bir sistemdir. Saray yagmalar, parasi bitince sefere cikar, daha fazla topragi Indra Gandi yapar, ve onlarin uzerinden, baska kucuk koylulerden gelir almaya devam eder. Devran boyle doner.

Ama elalem, “Batili” gider daha verimli sekillerde tarim yapip, sonra bir de sanayilesip, o sanayilesmenin silahlarini getirip Osmanli’nin bir tarafina arz edince, seni iki seksen yere serer ve bitirir. Yerine gelen (Cumhuriyet olmayan) Cumhuriyet ise, bu sistemi degistirmedigi, koyluyu kucuk koylu tutma politikasina aynen devam ettigi icin ayni sekilde gelisememistir. Osmanli toprak duzeni hakkinda bazi bilgiler Tarim Koy Isleri Bakanligi sitesinde bulunabilir. Biraz kem kum etmisler ama “ozgurlugun olmadigi” sozunu soyleyebilmisler.


Mehmet Altan

Takrir-i Sukun’la [..] Kemalist darbe [..] olmustur. 1925 yilinda olusmustur esas Kemalist darbe. Birinci meclisteki cogulcu gorunen, daha renkli, daha hareketli durusu 25’te tamamen ortadan kalkmistir [..] Kemalist olmayanin meclise girmesine imkan birakmayan bir yapi olusturulmustur [1].

Dogru

Ve bunu temel alarak soylemek gerekir ki, 1923’te kurulan Cumhuriyet, 1925 itibariyle sona ermistir. Cumhuriyet kelimesi bir temsiliyet vurgusu tasir, ve temsiliyetin olmadigi yerde Cumhuriyet olamaz. Yani 1925-1938 arasinda, ve daha sonra Inonu zamanindaki sey otarsi olarak nitelendirilebilir, ama Cumhuriyet kesinlikle degildir. “Ben Cumhuriyetciyim, demokrat degil” diyen insanlar, aslinda ikisi de olmadiklarini anlayamiyorlar.


Emre Akoz

Olay şöyle: İsmet İnönü, bir akşam Florya Köşkü’ne acil bir ziyaret yaparak “ Azınlıklarla ilgili Meclis’e getirecekleri yasa teklifi “ hakkında konuşmak istiyor. Atatürk, “ Geç oldu, yarın sabah konuşalım “ diyor. Başbakan gidince de laleler hariç köşkün bahçesindeki tüm çiçekleri söktürüyor. Ertesi sabah İnönü geldiğinde bahçenin durumunu soruyor: “ Azınlıkları söküp attım “ diyor Atatürk. [..] Atatürk’ün, İnönü’yü ikna etmek için çiçekleri yoldurmak gibi görsel örneklere ihtiyacı yoktu. Açıkça tartışırlar, son sözü Atatürk söyler, uygulamayı İnönü yapardı.

Analize uygun

Kemal’in melodramatik olmaya egilimi vardi, ustte tarif edilen durum, bu analize uyuyor.

Onumde duran psikolojik profile gore, Kemal’in diger bazi handikaplari sunlardi: “Kendi istegi seyi elde etmekte israr etmek, sirf otorite kullanmak icin degisiklikler yapmak, (askta ya da kumarda) riskler almaya baglilik, inatcilik ve dikbaslilik, onaylanma gereksinimine baglilik, kalbinin sesini dinlemek yerine kendinden beklenileni yapmak, asiri tutku / asiriliga kacmak, baskalarinin oneminin farkinda olmamak, korkuya dayanan kibirli tepkiler”.

Bu tur bir karakter yapisinin hayattan istedigi “tapinilircasina sevilmek ve onun tutkusuna aynen karsilik veren birisiyle ‘merkez sahneyi paylasmak’“tir.

Fakat bu yapidaki ogeler bu “istegin” olmasina hicbir zaman izin vermez. Cikis noktasi olarak tavsiye edilen, insanlarin arasinda esitligin farkindaligi, kazan/kazan durumlari yaratmak, grubun yuksek hayri icin kararlar almak, “un” istegini baskalarina aktarmaktir.

Kemal’in etrafindaki muhalefeti tasfiye etmesi, 1925’te Cumhuriyeti kaldirilmasi, bu alanlarda pek basarili olamadigini gosteriyor.


Mehmet Altan

Sen kiyafet devrimini kararname ile yapiyorsun. Halbuki kiyafet sosyolojik bir surectir. Tarlada calisan salvarla calisir, fabrikada calisan tulumla calisir. Fabrikada salvarla calisamazsin, o giysinin bicimi makine basinda rahat calismana musade etmez cunku. Salvar surekli egilip kalkan biri icin en rahat kiyafetetir oysa [1].

Dogru

Iktisadi illiskiler ve “uretim metotu” sosyal ortami belirleyen en onemli faktordur.


Tony Blair

Düzenli olarak Kur’an okuyorum, aslında her gün okuyorum.

Hoppala

Bir daha mi din degistireceksin kardesim? :) Ilk once Ingiliz Kilisesi, sonra Katolilik.. ne is Tony? Surekli bir degisim goruyorum.. O okumalari Irak’a paldir kuldur girmeden once yapacaktin ama neyse.. Balkanlar’daki mudahele (yardim?) ile milleti uyuttum zannettiniz, boru gibi realpolitik amacli oraya gittiginizi herkes biliyordu (dogru kaynaklari takip edenler biliyordu daha dogrusu). Neyse, bastaki saka bir tarafa, Blair Ortadogu’da bir seyler yapmaya ugrasiyor, bu amacla bir mesaj gondermek istemis herhalde, iyi, guzel, okusun. Iyi gelir.

Suradan baslamasini tavsiye ederim: Ali Imran, 3/108, Rum, 30/29.


Okan Bayulgen [NTV programinda]

Borsacilari asalim

Hah, bir sen eksiktin

[1] Ikinci Cumhuriyetin Yol Hikayesi, Hayykitap, 2008


Etyen Mahcupyan (2005)

Söz konusu demokrasinin ‘liberal’ olma zorunlulugu ise tabii ki yoktur; ve zihniyetin modernlikten kayma yapması halinde bunun liberalizmden epeyce uzak düecegi açıktır.

Yanlis

Modernite sonrasi bir toplumda (yani bilgi/servis ekonomisinin hukum surdugu bir toplumda) bireyin onemi modernite cagindan bile daha ileride olur, mamafih liberalizm kuvvetlenir. Yani moderniteden kayma olunca liberalizmin zayiflayacagi tezi yanlistir.


Atilla Yayla (2005)

Ben liberalizmin çagdasdemokrasinin belkemigi oldugunu ve liberalizmsiz demokrasinin iktidarı özgürlük lehine sınırlama gücünü kaybederek diktatörlüge dönüecegini, Hayek ve Sartori gibi mühim yazarlara dayanarak ileri sürüyorum.

Dogru

Salak Fransizlarin tarihi bunu dogrular niteliktedir. Fransiz Devrimi (!) oldugu sirada ABD’deki kurucu babalar, ozellikle John Adams, durumu endiseyle izliyordu. Ona gore Fransizlar “tek kisinin mutlakiyeti”‘nden kurtulmus ama onun yerine “cogunlugun mutlakiyetini” getirmisti. Ona gore ikincisi, en az birincisi kadar tehlikeliydi. Bu “devrim”‘den bir sure sonra sistemin bir diktatoryaya dejenere olmasi, Adams’in hakli ciktigini gosteriyor. ABD ise ozgurlukcu temeli once daha fazla ozgurluk ile, sonra Andrew Jackson zamaninda demokrasi ile pekistirdi, ve bir liberal demokrasi olarak 200 kusur sene sistem degisimi yasamadan gunumuze geldi.

Fakat 21. yuzyil itibariyle sunu belirtmek gerekiyor: Optimal olan sistem liberalizmin ve demokrasinin beraber islemekte oldugu bir sistemdir. Ikisi de gereklidir, ama illa “hangisi daha onemli” diye soruyorsaniz, liberalizm “birazcik” daha onemli diyebilirsiniz.

Ustteki sozler birkac sene once vuku bulmus bir tartismadan alindi. Ekteki dokumanda tartismayi Mahcupyan’in baslattigi anlasiliyor ve bu tartismayi baslatan Mahcupyan’in gereksiz liberalizm saldirilari yanlistir. Bireylerin kuvvetlenmesi sonucu onlarin demokrasi istekleri artar, demokrasi bir sonuctur. Diktatoryaya gore daha iyi karar veren bir sistem olmasi iyi bir bonustur. Modernite oncesi caglarda demokrasi denenmistir, fakat bu denemelerin cogunlugu aslinda ne gercek demokrasidir ne de kalici olmuslardir. Bireyin onemi modernite sirasi ve ozellikle sonrasi artmaya baslayincaya kadar bu boyle devam etmistir.

Turban yasaginin kalkmasi, liberalizm acisindan optimal olandir. Turkiye’de raslantisal bir sekilde demokrasinin de ayni yonu gostermesi iyidir, ama sart degildir.

Ayn Rand’in sozleriyle bitirelim:

“Siyasi ozgurlugu elde etmek yuzlerce yillik entellektuel ve felsefi gelisim gerektirmistir. Bu Aristo’dan John Locke’a ve oradan ABD’nin kurucu babalarina kadar uzanan uzun bir mucadeledir. Onlarin kurduklari sistem sinirsiz cogunluk yonetimine dayanmiyordu; tersine, yani cogunluk oyu veya azinlik komplolari ile gasp edilemeyecek olan bireysel haklara dayaniyordu. Birey, komsusunun veya liderlerinin insafina birakilmamisti: Kuvvetler ayriligina dayanan Anayasa sistemi bilimsel olarak bireyi her ikisine karsi korumak icin gelistirilmisti. Bu yuzden milletlerin ne istedigini cok iyi bilmesi gerekmektedir. 1917’de Rus koyluleri ‘toprak ve ozgurluk!’ talep ediyorlardi. Fakat elde ettikleri Lenin ve Stalin idi. 1933’te Almanlar ‘yasayacak alan!’ istiyorlardi. Fakat elde ettikleri Hitler idi. 1793’te Fransizlar ‘ozgurluk, esitlik, kardeslik!’ istiyorlardi. Aldiklari Napolyon oldu. 1776’da Amerikalilar ‘insan haklari’ diye bagiriyorlardi ve siyaset felsefecilerinin onderliginde onu elde ettiler.”


Engin Ardic

Aktar, ayrıca Baskın Oran hoca, bir kampanya başlatmışlar. Şöyle diyorlar: “1915’te Osmanlı Ermenileri’nin maruz kaldığı Büyük Felaket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum.” Özür dilemesi gerekenler, liberal aydınlar değillerdir. Özür dilemesi gerekenler, bu boku yemiş olanların mirasçılarıdır. İster kanuni mirasçıları, ister manevi mirasçıları… İttihat ve Terakki diktası sırasında kimlerin hangi işlere kalkıştıkları da bellidir, Anadolu’da uygulamayı kimlerin yürüttüğü de.

Dogru

Ve diplomatik baglamda, daha once soyledigimiz gibi, devlet bu iddialari kabul edemez.

EA

Hani Atatürk’ün “Katiller! Cepheye gelip erkek gibi dövüşmeye yanaşmıyorsunuz!” dediği adamlar…

Kurtarma operasyonu

Kemal’in kendisi de bir Ittihatciydi. Ermeni olaylari oldugu sirada Anafartalarda savasiyordu, bahsedilen olaylarin merkezinde degildi. “Eger merkezinde olsaydi ne yapardi” konusu spekulasyona aciktir. Sizin ustteki alintiniza karsi, ben Dersim olaylarini one surebilirim mesela.

Ya da alttakileri;

Mustafa Kemal’in Adana’daki zanaatkarlara konusma yaptigi bir sirada, esnaftan biri Ermenilerin tum zanaatlerde hep “en onde” oldugunu ileri surerek yakinir. M. Kemal’in cevabi soyledir: “Ermenilerin bu ulkede hicbir hakki yoktur. Bu ulke senindir. Bu ulke Turk’lerindir. Tarihte bu ulke hep Turk’lerin olmustur, o yuzden Turk’tur ve hep Turk kalacaktir. Bu ulke nihayet gercek sahiplerine dondurulmustur. Ermenilerin ve otekilerin burada olmaya bile hakki yoktur. Bu ulke ve verimli topraklari Turk’lerindir, hep boyle olacaktir”. Bu sozler muhakkak ki o zamanki (hatta belki bu zamanki) CHP parti liderliginin de kanaatini yansitiyordu. Bu kanaata gore Ermeniler Turk olmayan yabancilar olarak betimlenmistir [1].

Ardic’in sozlerinin altinda yatan, aslinda, zamani dolmus Ozal Sentezi’nin arta kalmis tortularidir. Bu sentezin bolumleri neydi? Yeni Osmanlicilik, “tum suclari Inonu’ye (ya da Ittihatcilara) atip Kemal’i kurtarma”cilik, Amerikancilik (dis politikada hep kucaga oturma baglaminda) ve (halen dogru olan) serbestiye fikriyatidir.

Bu sentezin onemli bir kismi artik tarihte kalmistir.


Mehmet Deri

Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhurbaşkanı olduğu 29 Ekim 1923 gününden, vefat ettiği 10 Kasım 1938 tarihine kadar, kadınların örtünmesine karşı olmamıştır.

Yanlis

Soylev ve Demecler’den alinti yapiyorum: Kimi yerlerde kadinlar goruyorum ki, basina bir bez bir pestemal ya da benzer bir seyler atarak yuzunu gozunu gizler ve yanindan gecen erkeklere ya arkasini cevirir, ya da yere oturarak yumulur. Bu durumun anlami, gosterdigi nedir? Efendiler, uygar bir ulus anasi, ulus kizi bu sasirtici bicime, bu vahsi duruma girer mi? Bu durum ulusu cok gulunc gosteren bir gorunustur. Hemen duzeltilmesi gerekir [2]. Yani Kemal turbana KARSIYDI.

E ama karsiysa ne olmus? Bir fikrin dogru olup olmamasinda kistas o fikre Mustafa Kemal’in katilip katilmadigi degildir.

Kemalizm/Ataturkculuk ilerlemeden cok gerilemeye tekabul eder (Sn. Atilla Yayla’nin veciz sozudur).

Kurucularin takip ettigi Durkheim -> Gokalp zincirinden gelen “dayanisma (solidarity)” ideolojisidir ve kolektivist yapida olan bu ideolojinin sosyalizmden ayriligi neredeyse kildan incedir. Bilahere, Gokalp’in liberalizmden hazzetmedigi de, bilinen, tarihi bir gercektir.


Ahmet Altan

Bir asker olarak kendisini çok mutlu edecek kadar büyük başarılara sahip değildi

Yanlis

Burada ima Kemal’in iyi bir asker olmadigi yonunde ise, buna katilamayacagim. Eger iyi bir asker olmasaydi, Kazim Karabekir gibi bir komutan Kurtulus Savasi oncesinde onunde selam durmazdi; Yani ordularin kontrolunu Kemal’e birakmazdi. Evet, bazi askeri tarihci ve stratejisyenlere gore [3] Canakkale savasi birkac gun daha surseydi Turkler tarafindan kaybedilecektir, vs, ama bir; Muharebelerde/savaslarda haticeye degil neticeye bakilir. Iki; Kemal Canakkale savasi sirasinda bir albaydi. Fakat basari gostermis ki unu diger askerler arasinda yayilmis. Adam onunde selam duruyor. Boru degil.

[1] Turkey Beyond Nationalism, pg. 47, Rifat N. Bali, Ataturk’un Soylev ve Demecleri, Ataturk Kultur ve Tarih Yuksek Kurumu, Ankara, 1997, Vol II, p 129-132.

[2] Ataturk’un Soylev ve Demecleri, Cilt II, sf. 217

[3] 33 Strategies of War, Greene, R., 2006


Stephen Theil (Newsweek dergisi Avrupa ekonomi masasi sorumlusu)

“Ekonomik buyume telasli bir hayat dogurur. Gereginden fazla calismaya, strese, depresyona, kalp hastaligina, hatta bazilarina gore, kansere sebebiyet verir”.

Bu kelimeler uc ciltlik Historie du XXe siecle adli kulliyattan alinmistir. Bu kitap, Sciences Po ve diger prestijli Fransiz universitelerine girerken sayisiz lise ogrencisinin hatmetmek zorunda oldugu eserlerden biridir. Kitap, gectigimiz 20 sene “zenginligi ikiye katladi, issizligi ikiye katladi, fakirligi, itilmisligi de ikiye katladi ve bunlarin etkileri inanilmaz sosyal kotulukleri de beraberinde getirdi” diye devam etmektedir. Cunku 21. yuzyil “buyumenin sinirlarinin ve [bu buyumenin] insanliga getirdigi risklerin farkedilmesiyle” baslamistir ve ileride olabilecek olasi refah, “kapitalizmin kuresel olcude regule edilmesine baglidir”. Kitabin muhtelif yerlerinde kapitalizm “zalim”, “barbar”, “neoliberal”, ve, “Amerikali” olarak tarif edilmistir. Eklemek isterim, bu kiskirtma/propaganda manzumesi 2005 yilinda basilmisti, 1972’de degil!

Iste Fransa

“Borsacilar asilsin” diyen sanatcilar ve benzer kafadaki diger insanlar ilhami iste yukaridaki hissiyattan almakta.

Firsattan istifade su “neoliberal” kelimesine de deginelim. Bu kelimenin icine bir dolu negatif kavram doldurulmus durumda, mesela emperyalizm gibi (ki bu kotu). Fakat Fransiz’in aslinda kullandigi anlam o degil (retorikte olsa bile gercekte degil). Ona asil dokunan, isin “liberal” tarafi. Cunku mevcut kanunlarda, Fransiz isverenin birini isten atabilmesi gibi bir “ozgurlugunun” kisitlanmasi gerekiyor ki calisanin isi boylece “garanti” olabilsin. Yine kanunlarla uzun tatil suresi, kisa isgunu gibi “haklar” isverenden kopartiliyor ve isten atilmasi sozkonusu olunca, isverenin ve devletin yuklu meblaglari calisana vermesi gerekiyor. Okudugum bir anektodda, isveren bir kisi Fransiz’a isten atildigini soyler, adam dizustu cokup aglamaya baslar.

Sevincten.

Boylelikle ilginctir ki yine ozgurluk/seckinlik hattina geliyoruz. Biraz once tarif ettigimiz hayat tarzi bir ASILZADE hayati degil midir? Garanti is, az calisma, bir suru tatil ve prim. Daha ne olsun! Herkes kont gibi yasamak istiyor. Iste adamin icinde “ozgurluk” kelimesi gecen bir kavrama nefret kusmasi bundan. Isveren ozgur olamayacak ki, o kont/kontes hayati yasayabilsin.

Ama hic dusunmuyor ki, isci/isveren kanunlari bu kadar sIkI olunca daha az isyeri acilacak ve buyuyen nufusu tatmin edecek kadar yeni isyeri acilmayacak, ve birakin isten atilip, atilmamayi, ilk isini bulmak zorlasacak. Isten atamayacagi icin ise alirken daha secici olunacak, belki daha az adamla idare edecek, issizlik artacak. Boyle seyler hic akillarina gelmiyor. Antenleri oraya cevirmis Turkiyeli takipcileri ayni hatalari, ayni kelimeleri kullanarak yapiyorlar.

Ayrica ABD’nin ne kadar neoliberal oldugu bir tarafa, ne kadar liberal oldugu da tartisma konusudur. Kriz oncesi gorduk ki, Fannie/Frennie kuruluslari babalar gibi devlet garantisindeydi ve bu risk algilamasinin piyasa disina cikmasina sebebiyet verdi. Yani krizi tetikleyen onemli bir faktor devletciligin ta kendisiydi. Liberteryen Ron Paul bu durumu 5 sene once haber vermisti. Onun takipcisi bazi tanidiklarim son krizden sonra “anarcho-capitalism” gibi bir harekete sicak bakmaya basladilar.


Murat Birsel

Dallas’da ikinci günüm, yıl 1984, yaş 24 [..] Bakkaldan bira aldım, kasadaki kadın 21 yaşından büyük olduğumu ispat eden kimlik istedi. Ben de elimi cebime atarken “Topu topu iki bira için bu saçma kanuna uyan bir siz varsınız herhalde” diye söyleniverince kadın kasayı aniden kapatıverdi: Sen yabancısın, bu toprakların adamı değilsin, beğenmiyorsan, bizim kanunları saçma buluyorsan, git kendi ülkene!

Yine fay hatti

Sn. Birsel bu sefer ABD’nin kultur fay hattina ayak basmis. Oradaki hat ozgurluk vs. sakinmak/yasaklar (prohibition) konularinda.. Alkol yasagi (prohibition -adi ustunde-) zamanini hatirlayalim - cok degil gectigimiz yuzyil ortasinda olmustu. ABD’de hattin bir tarafi acilma, sacilma, cicek cocuklari, diger tarafi asiri muhafazakar, dindar, Bush II’den olusuyor. Bush, ozellikle ikinci secimi, direk bu hatta oynayarak kazandi. En son kampanyasi “escinsel evliligi” etrafinda sekillendi, surekli bu tur netameli konular gundeme tasindi. Kampanya ise yaradi, ve muhafazakar guney eyaletleri kullen oylarini Bush’a verdiler. Ama sonucunda Borat’in gazabina ugradilar :). Cohen’in gezip dalga gectigi bu tur yerler iste.

ABD’de komedyenler bu hat yuzundendir ki acik sacik espri cok yaparlar. Clinton baskanligi bu baglamda cok iyi malzeme sagladi, surekli bir cinsel konu vardi. Zaten iktidarinin ilk icraat denemesi “askeriyede escinseller” hakkinda olmustu (Clinton hata yapti, bu gundemi sansasyon amacli ustune attilar) ki bu ABD’de “denizde yangin var” demek gibi bir sey.

ABD’de gunluk hayatta cinsellikten, Fransa’da gunluk hayatta para hakkinda konusmak ayiptir. Niye para ayip? Paradan bahsedince konusmadaki birinin daha zengin, biahere daha “seckin” olabilme sansi ortaya cikar da ondan. Bir de, eklemek lazim, Avrupa’da makbul olan zenginlik “devlete dayanan” zenginliktir, calisip kazanilan degil, yine bir “seckinlik” soz konusu. Bu son zamanlarda degisiyor hafiften.

Turkiye’deki fay hatti nedir?

Bence Turkiye’deki hat sarayli / koylu fay hattidir. Bizim komedimize bakin, mesela Inek Saban koylu, Mahmut Hoca sarayli. Ogretmen ama, egitimli olan sarayli havasinda oluyor bizde. Cunku “egiten” hep saray olmus. Egitilince saraya girebiliyorsun. GORA’da Arif koylu, rakibi Logar sarayli (escinsel, sapkin bir adam bu sefer, ama sarayla boyle seyler de bagdastirilirdi). Cem Yilmaz’in stand-up sahne personasina bakin, hafiften “zonta” bir tipi oynuyor gibi, koyden indim sehire, “sokak” goruntusu, ve ayni anda, “universiteliyim, soyleyim, boyleyim” diye bir sisinme var. Fay hattinin iki tarafina da oynuyor. Recep Ivedik bastan asagi koylu, hatta koylu otesi, bir magara adami. Orada sarayli yok, sadece herkes Ivedik’e bakip onun gibi koylu olmadigi icin rahatlayip, guluyor. Onu seyrederken herkes sarayli oluyor.

Bati ile ilgili konularda ise, Batinin tamami sarayli, Turkiye’nin tamami koylu oluyor. AB ile ilgili konulari konusurken insanlarin dustugu hava bu hatti iyi yansitiyor: AB ile ilgili realpolitik temelli karsilikli cikar birlikteliginden degil, “acaba bizi sovalye yaparlar mi?” havasiyla konusuluyor. Bazilari diyor “illa girelim de girelim”. Orasi saray. Girdik mi “kurtuluruz”. Ranttan bize de verirler.


Ziya Gokalp

Eski Turklerin [..] kitabinda [..] bir solenden soz ederken su sozleri soyluyor: “Tepe gibi et yigdirdim, gol gibi kimiz sagdirdim. Ac olanlari doyurdum, ciplak olanlari giydirdim. Borclularin borcunu verdim”.

[Yagmalama ekonomisi ile ilgili bir dolu karin agrisindan sonra ..] Turkler, gecmiste ulastiklari bu ekonomik rahatliga gelecekte de ulasmalidirlar. Hem de kazanilacak servetler, Salur Kazan’in varsilligi gibi kamunun olmalidir. Turkler, ozgurluk ve bagimsizligi sevdikleri icin “ortaklasmaci” olamazlar; ama, esitliksever olduklari icin “bireyci” de kalamazlar. Turk kulturune en uygun dizge, “solidarizm” yani “dayanismacilik”tir. Bireysel mulkiyet, toplumsal dayanismaya hizmet etmek kosuluyla, yasaldir. Sosyalistlerin ve komunistlerin bireysel mulkiyeti ortadan kaldirma girisiminde bulunmalari dogru degildir. Yalniz, toplumsal dayanismaya hizmet etmeyen bireysel mulkiyetler varsa, bunlar yasal sayilamaz.

Bireysel mulkiyet gibi, toplumsal mulkiyet te olmalidir. Toplumun bir ozverisi ya da sikintisi sonucunda ortaya cikan ve bireylerin hic bir emeginden kazanilmayan artik kazanclar, toplumundur. Bireylerin bu kazanclari kendilerinin kilmalari yasal degildir. Artik kazanclarin, “plus-value”lerin toplum adina toplanmasiyla olusacak buyuk tutarlar, toplum hesabina acilacak fabrikalarin, kurulacak buyuk ciftliklerin sermayesi olur. Bu genel girisimlerden elde edilecek kazanclarla yoksullar, oksuzler, dullar, hastalar, koturumler, korler ve sagirlar icin ozel bakimevleri ve okullar acilir; genel bahceler, muzeler, tiyatrolar, kutuphaneler kurulur. Isciler ve koyluler icin saglik evleri yapilir. Ulke, genel bir elektrik sebekesi icine alinir. Kisacasi her turlu yoksulluga son vererek toplumun gonencini saglamak icin her ne gerekiyorsa yapilir. Dahasi, bu toplumsal servet yeteri miktara ulasinca, halktan vergi almaya da gerek kalmaz.

Demek ki, Turklerin toplumsal ulkusu, bireysel mulkiyeti kaldirmaksizin, toplumsal servetleri bireylere kaptirmamak; kamunun cikarina harcamak uzere, korumak ve artmasina calismaktir [1].

Iste dayanismacilik

Yoruma gerek bile yok, hersey kabak gibi ortada: Dayanisma ideolojisini tarif eden yazimizda Mises’in soyledikleri, bu ideolojiyi takip edenlerin dustugu hatalar noktasi noktasina Gokalp’in yazdiklarinda mevcut. Gokalp’i su acidan kutlamak gerekir; Durkheim’i okumus, ve yanlislarini tami tamina yalayip yutmustur. Yanlislari dogru sekilde ogrenmistir. Turkiye Uganda degil, birileri bir seyleri takip etmis, ulkeye getrmis, bunu daha buyuk cercevede analiz edecek derinligi yok muhakkak - nihai analizde varilan sonuc acisindan cuvallamis, fakat bizlere tokatlanabilecek “yazili bir seyler” birakabilmis neyse ki…

Evet: Gordugumuz gibi, acik secik soyleniyor: “Toplumsal dayanismaya hizmet etmeyen bireysel mulkiyetler varsa, bunlar yasal sayilamaz”. Afiyet olsun. Hemen mulkiyetin ustunde bir otorite tanimlaniyor (kanun, devlet), mulk kontrol altina aliniyor ve boylece mulk, mulk olma ozelligini kaybediyor. Hatirlayalim, mahkemelerimizde ne yazar? “Adalet mulkun temelidir”. Bu bastan asagi yanlis bir kelimedir. Esasi soyle olmali: “Mulk, kanunlarin bile ustundedir”. Yani anayasal bir guvence altina alinmasi zorunlu, kanun yapicinin, cogunlugun, burokratin kafasina gore bireysel hakkin onemli bir temeli olan, cignenmesine izin verilmeyecek bir kavramdir mulk. Demek ki adalet mulkun degil, mulk adaletin temelidir.

Gokalp’in diger soyledikleri arasinda, muzeler, tiyatrolar, bilmemneler insa etmek gibi bir suru tanidik zevzeklikler var. Bu bizi ilginc bir sonuca daha ulastiriyor; bir ulkede bir “dayanisma” olacagini soylediginiz anda, ortaya o dayanismanin “nasil olmasi gerektiginin” tanimlanmasi gerekiyor ve bu “nasil” sorusunu cevaplama uzerinden bir “topluma nizam verme” siyasasinin hatti kendiliginden ortaya cikiyor. Bu hat, tabii ki, mulkiyetin ustundeki kanunlari/kontrolleri tanimlayan kim ise, onun eliyle yapilacaktir.

Mises’in toplum hakkinda soylediklerine geri donmemiz gerekiyor. “Toplum bir amac degil, bir aractir, herkesin kendi amaclari icin kullandigi bir arac”. Bu demektir ki toplumu tanimlamaya ugrasmak beyhudedir.

Toplum, bireylerin toplami olarak kimsenin tahmin edemeyecegi sekilde kendi kendini tanimlar.

[1] Gokalp, Z., Turkculugun Esaslari, Ilk Baski 1923, Bordo Siyah Klasik Yayinlar, 2004, sf. 231


Star

Amerikan yazılım şirketi Microsoft, web tarayıcısı İnternet Explorer’daki güvenlik açığını düzeltmek için bugün bir acil yama yayımlayacağını açıkladı.

Bana ne

(Muhakkak baskalarini ilgilendirir ama.. ) Sahsen Linux isletim sistemi uzerinde Firefox tarayicisi kullandigimiz icin boyle durumlar bizi alakadar etmiyor… Bilgisayar sektoru disindaki “sivillerle (!)” konusurken pek belli etmeyiz ama, bizim icimizde cok ciddi bir ayrisma vardir: Unix / Windows hattindaki bu cekismede biz birinci gruba dahil oluyoruz ve bizim gibiler Microsoft’un her Allah’in gunu kuyusunu kazmakla mesguldur. Burada ilginc dinamikler var; Belki bir gun bahsederiz.

Ama disa donuk konularda, tabii ki Gates “bizdendir”. Programcidir, matematik zekasi yerindedir ve bunun yansimasi olarak is dunyasinda basarilidir (Google’in basarili olacagini da bu kistas’tan anlamistik, kuruculari cok deli teorik konularnda uzmanlar). Neyse.


Memet Ali Alabora

[Bilgisayarınız var mi sorusuna cevap] Var. Linux işletim sistemi kullanıyorum. Windows kullanmıyorum. [..] Bilginin tekelleşmesine karşıyım.

Aferin

Ne guzel, sanat dunyasindan da dogru durust adam bazen cikiyor demek ki (aslinda bunun tam tersi olmasi gerekir ama, ne yaparsin). Bakin adam aktivizm yapiyor, Irak savasina karsi durmus, yeni dunyanin gittigi yeri hissetmis, Linux’tan haberdar, kullaniyor. Guzel. Bu arkadasta derinlik oldugunu hissediyorum. Kutlarim.


Halil Berktay

[Simdi neden Ermeni soykırımı yeniden dünyanın gündemine geldi? Bu manevi bir ödesme istegi mi yoksa arkasından bir toprak ve bir tazminat talebi ortaya sürmek için bir hazırlık mı sorusuna cevaben]

Kestirmek çok zor. Ama bu girisimler Türkiye devletini ve toplumunu bu konuda gitgide daha defansif kılmaya ve içine kapanmaya, katılasmaya zorluyor. Bu konudaki siyasi kutuplasmalar öyle kuvvetli ki, konusma cesareti bulmak bile muazzam bir mesele. Çünkü ortada çok siddetli bir politik tavır kutuplasması var. Bu iki kutuptan biri ‘soykırımı tasdik ve tescil ettirme’ siyasası, digeri de ‘soykırımı inkâr etme’ siyasası. Entelektüel teröre yol açan bu kutuplasma ortamında ara zeminde konusmak imkânsız hale geliyor. Ben Türkiye’nin özür dilemesinin yanlıs oldugu kanısındayım.

Katiliyorum


Etyen Mahcupyan (2005)

Çünkü modernite öncesinde de demokrasi yaanmısoldugu gibi

Eksik. Hatta yanlislik sinirinda

Eger burada eski Yunan sehir devletleri kasdediliyorsa, bu toplumlardaki duzenin demokrasi olmadigini cok iyi biliyoruz. Zira bu toplumlar, koleleri ve tam vatandaslik haklarina sahip olmayanlarin tamamini kamusal hayattan dislamislardi. ABD kuruldugu yillar icin de ayni sey soylenebilir; Ama eh, onlar da zaten “biz demokrasiyiz” diye bagirip cagirmiyordu. Sonradan oldular tabii. Iyiki de oldu.

EM

Derken ortaya garip bir akım çıkmıs [..] kendilerine ‘demokrat’ diyen birtakım adamlar türemis Bunlar liberalizmin birbirine dokunmayan, atomistik bireysel temelinden hazzetmeyen kimselermi.

Sacmalik

Mis, mis, falanmis.. Sonra inek daha kacmis, dag kul olmus, inek rap yapmaya baslamis “yandi bitti kul oldu demis”. Ne aptalca bir yazim usulu bu..

Bireyin ozgurlugu, onu kendi cikarlari icin baskalari ile isbirligi yapmasindan alikoymaz / bunu saglar . Insanoglu hayatta kalmak icin buyuk olcude baskalarina muhtactir. Analojinizden hareketle atomlar dahi oyle serseri bir sekilde etrafta dolasmazlar; Yeryuzunde gordugumuz pek cok maddeyi olustururlar. Bunu yaparken bazi tercihleri vardir, bazi sartlarda bu birliktelikten cikmak isterler ve cikarlar, ama cogunlukla bu birliktelik icindedirler. Fakat tercihleri vardir.

Mahcupyan’in geveledikleri bayat argumanlardir; Toplum ve birey arasindaki iliski, liberalizm, demokrasi acisindan Mises’in Sosyalizm kitabinda ve pek cok diger kaynakta detaylica islenmistir. Der ki Mises;

“Eger, hakikaten, butunun musterek menfaatleri ile bireyin belirli menfaatleri arasinda bir catisma olsaydi, insanlar toplumda butunuyle isbirligi yapamaz olurlardi”.

Serbest tesekkul baglaminda bir sirket kuran, ya da bir sirkete giren kisi, baskalari ile isbirligi yapmayi kabul etmis olur. Ozgurlugun baglaminda bu isbirligi onun kabul edecegi parametreler isiginda olur, ki bu, en optimal olanidir.

Bu milyonlarca etkilesimden, mubadeleden, iletisimden, bir piyasa dogar.

Oy verme ozgurlugu olan milyonlarca bireyin siyasi etkilesim, izleniminden demokrasi dogar.

Mises devam eder: “Toplum bir amac degil bir aractir; sayesinde her bir uyenin kendi amaclarini elde etmeye ugrastigi bir arac. Toplum kesinlikle bir kimsenin istegi ile baska bir kimsenin istegi kendilerini musterek/ortak bir cabayla birlesmis halde bulduklari icin mumkundur”.


Hasan Bulent Kahraman

Ben de türbana, çarşafa veya bir başka türlü yaşama biçimine, onların sembollerine karşı olabilirim, onlardan herhangi birisini herhangi bir düzeyde (kültürel, toplumsal, siyasal) hoşlanmayabilirim ve onun aşılmasını isteyebilirim. Fakat bu benim o karşı olduğum şeyin yasaklanmasını, ortadan kaldırılmasını, onunla bütünleşmiş insanın toplumsalsiyasal alandan silinmesini öncelikle talep etmemi gerektirmez, o hakkı bana sağlamaz. Bu liberal doktrinin temel kuralıdır.

Dogru


Ahmet Davutoglu

Nazi Almanya’sında parlamentoda, yüksek bürokratik görevlerde, yerel yönetimlerde Yahudileri düşünebilir miydiniz?! Osmanlı’da ise sadece eski asırlarda değil, son dönemde de parlamentoda, hükümette, yüksek bürokratik görevlerde, mahalli idarelerde Ermeniler vardı… [..] Madem ‘soykırım’ diyorsunuz, bunun kriteri konulsun ve aynı zamanda Balkanlar’da, Kafkaslar’da 19. ve 20. yüzyılda yaşanmış katliamlar da ele alınsın, tanınsın! [..] Ermeni itham ve tahriflerinin üçüncü ülkelerle ilişkilerimizi bozma tehlikesini, önümüzdeki on yılın en önemli meselelerinden biri olarak görüyorum.

Katiliyorum

Daha once belirttigimiz gibi, devlet mevcut diplomatik dil cercevesinde soykirim kelimesini kabul edemez. Durum, karsilikli bir savas icinde bir tarafin oldurme isini (ne yazik ki) oteki taraftan daha iyi yapmis olmasidir. Kiyasla Yahudi milletinin “soykirimdan once” Almanlara karsi boyle bir siddet hareketi olmamistir. Hitler bir siddetin olacagini “beklemistir” burada sebep tum Yahudileri surekli Komunist hareketlerinin icinde gormesidir! Bundan sonra iyice isgillenir, sonra zaten Protestanlik dinindeki Yahudi sevmezlik bir de Hitler’in kendi “ustun irk” hissiyati ile birlesince ve bu Yahudilerin kendi “ustun olma” hissiyati ile catisinca, iste mukemmel firtina olusur, ve gelsin gaz odalari. Endustriyel hissiyatin izlerini burada gormemek mumkun degil. Insanlar montaj bantinda islenir gibi “seri” bir sekilde oldurulmuslerdir.

Bunlari soylerken, son ozur dileme kampanyasi baglaminda, bazilarinin canini kaybeden insanlarin durumu hakkinda bir uzuntu hissedip bunu dillendirmeleri onlarin gayet tabi hakkidir… Bu konuda Sn. Abdullah Gul en iyisini soyledi saniyorum…. Ozgur bir ulkede herkes istedigini soylemekte, hissiyatini ortaya koymakta serbesttir. Soylenenin “mantik disi” oldugu, semantik olarak dogrudur. Ve ozgur bir ulkede insanlarin mantik disi seyler yapma haklari da vardir.


Nazif Gurdogan

Marx “din yoksullaştırır” diyerek, din toplumların gelişmesine “engel” olur derken, Weber “din zenginleştirir” diyerek, dini toplumların “güç” kaynağı olarak görmektedir. [..] Bu bağlamda, Marx ölürken, Weber yaşayacaktır.

Yanlis

Ustte bahsedilen zat’larin ikisi de olecektir! :)

Marx’in iddiasi yanlistir, ama oteki taraftan Weber tam tersi yonde bir yanlis yaparak dinin olmadigi Konfucyanist Cin’in kapitalist bir ekonomi gelistiremeyecegini soylemistir! Cin’in kapitalizmde aldigi mesafeler Weber’in haksiz ciktigini gosteriyor!

Weber, ayrica, burokrasilerin nihai zaferini “mujdelemisti” - bu ongorusu de yanlis cikacaktir.


Ahmet Altan

Ama matematiğin içindeki o “sonsuzluk” kavramını ve bunu bir “sayı” gibi kullanabilmelerini kavramakta zorlanıyorum. [..] Onu görerek, dokunarak bulmadık. Onu, sadece aklımızla bulduk.

Dogru

Guzel bir konuya parmak basmissiniz. Kutlarim.

Sonsuzlugu gormek icin soyut matematigin yontemleri kullaniliyor, bir onkabulden basliyorsunuz, sonra sizi bir “sonraki” noktaya eristirecek bir “kural” tanimliyorsunuz, sonra bu kurali sonsuza vuruyorsunuz. Buradaki zeka sonsuza vurulabilecek o zincirleme kurali bulmakta yatiyor tabii.

Mesela: Iddia ediyorum ki sonsuz tane asal sayi vardir.

Ispat: Herhangi bir X noktasindan onceki tum asal sayilari birbiri ile carpar ve 1 eklersem, bu X noktasindan ileride olacak yeni bir asal sayi olur. Bu X noktasini sonsuzda herhangi bir sayiya cekebilecegime gore, o zaman sonsuzluga giderken her zaman daha ileride yeni bir asal sayi elde edebilirim demektir. Demek ki sonsuz tane asal sayi vardir. QED (ispat sonunda boyle denir).

Bu arada, ustteki ispat 2000 sene once Oklid tarafindan yapilmistir. Ve hala ilkokul, lise mezunu olup bu ispattan habersiz insanlar vardir (bu onlarin sucu degil). Newton’un matematigini gecin, 2000 sene onceki Eski Yunan’in matematigini bile endustriyel okullarimizda ogretemiyoruz. Sadece bu bile, okullarin egitim amacli yerler olmadigini gosteriyor.