View on GitHub

thirdwave

Hafta 20

Anonim

[mealen] teknolojilerin hayatini kararttigi insanlar, bosluk hisseden, bilincini ruhunu yitirmis benlikler [..] siddete basvuran toplum [..]. Batiyoruz.

Kavramlari birbirine karistirmissiniz

Teknolojiler ama hangi teknolojilerden bahsediyorsunuz? “Modern” uretim yonteminin ve kurdugu duzenin “bosluk hisseden” insanlar urettigi dogrudur. Bu tur insanlar koca bir makine icinde “ogutuldukleri” hissine kapilirlar, lineer, indirgemeci bir dunyalari vardir.

Fakat “tekil olarak” siddete basvuran bu adam degildir (bu sistemde siddet kurumsal, kitlesel ve merkezidir). Endustriyel Adam ruhsuzdur, ama en azindan, isgucune katildigi anda 30 sene sonra ne olacagi, nereye gidecegi bellidir. “Odun” fakat tahmin edilir bir hayati vardir. Sistem ona bazi “kitlesel” servisler sunabilmistir, salgin hastaliklardan onu kurtarmistir, cocugunu “et isleyen” okullardan birine tikmis olsa bile bir tur egitim vermektedir, hastanesi, yollari, bilmemnesi vardir.

Bu durum, su anda icinde oldugumuz 3. dalga degisimlerinin olusturdugu modernite sonrasi cagin halen “kurumlarinin yerlesmemis” olmasi sebebiyle insanlarin icine dustukleri “kaybolmusluk” hissiyatindan farklidir. Hizli degisim insanlarin fark isleyebilme esigini asarak onlari “gelecek soku” durumuna dusurup surekli bir korku, gelecegin bilinmedigi bir halde yasar hale itmistir. Iste bu “kurumsuzluktan” “bireysel” siddet cikar. Sanatta, gunluk hayatta, surekli goruluyor. Kulturel dokunan cozulmesi gorulur. Egitim kurumlarinin gelecege hazirlayamadigi bireylerin sikinti hissetmesi kacinilmazdir.


Anonim

Soguk savas dunyasi bilinen hatlar iceriyordu [..] simdi kuresellesme dunyasinda bilinmezlikler artti.

Yari dogru, hala kavram eksikligi var

Son zamanlarda yasanan sikintilarin basat faktoru kuresellesme degildir. Eger dunyada sadece Turkiye olsaydi, hicbir komsu etrafta bulunmasaydi, ve bu ulkenin uzerine birileri yeni iletisim teknolojileri, hesap teknikleri, beyaz yakali is yapma metotu atsaydi, ardindan o “izole” kara parcasinda yine ayni problemleri gorurdunuz. Bu durumda “kuresellesmekten” yakinamazdiniz, fakat onunuzdeki problemler aynen orada duruyor olurdu. Esasi, dolayli olandan ayirmak gerekiyor.


Anonim

Ermeni soykirimini niye kabul etmiyoruz?

O herkesi ilgilendiren bir karar

Ve daha once belirttigimiz gibi, bir toplumda herkesi ilgilendiren kararlarin optimal sekilde alinmasi demokrasi uzerinden olur. Ozellikle Ermeni soykirimini kabul etme/etmeme gibi bir durum “herkes icin birseyleri kabul etme” mahiyetindedir, hatta “gecmis, gelecek nesiller icin” de birseyleri kabul etmek anlamina gelir ve bu tur bir karar, tabii ki “kitlesel” olarak ortaya cikmis karar mekanizmasi demokrasi uzerinden olmalidir. Mevcut hukumetin buna sicak bakmadigi da gayet bariz sekilde ortadadir. Boyle bir “karar” kabul edilse, bunu oyverenine satabilecek midir? Satamayacaktir. Bu mumkun degildir. O zaman bahsedilen karar alinamayacaktir. Mevcut konjenkturde zaten bu tur bir kararin alinmasi Turkiye’nin durusu icin uygun degildir (bu ileride degisebilir).

“Gercekten ne oldugu” tabii ki bilinecek ve acik sekilde tartisilacak. “Konu tarihcileri birakilmali” soylemi uygundur. Diplomatik acidan ilgili ulkelerin kamuoylarina yonelik uygun bir mesajdir, ayrica AB’nin Kafkasya uzerinde etkin olma ihtiyacini yurutebilecek Turkiye’nin Ermenistan ile iliskilerini sicaklastirmasi gerekliligi zaten ortaya bir yakinlasma cikarmistir, ve bu durum Obama’ya kendi “secmenine satabilecegi” bir “konusma noktasi (talking point)” vererek o tarafa bir kemik atmasini da saglar (Obama tabii ki bu konuda mecbur olmadikca Turkiye ile papaz olmak istemeyecektir).

Fazla mi realpolitik oldu? Dunya boyle. Alisin.


Ludwig von Mises

Demokrasi ve sosyalizmin ic ice gectigi seklindeki bir dusunce, Bolsevik dervriminden onceki on yillarda oldukca genis bir alana yayildi. Pek cok insan, demokrasi ile sosyalizmin ayni sey anlamina geldigine ve sosyalizmsiz demokrasinin veya demokrasisiz sosyalizmin mumkun olamayacagina inanmaya basladi. Bu fikir, ilke olarak, her iki de esas itibariyle Hegelci tarih felsefesinden kaynaklanan, “iki dusunce halkasinin” bir araya getirilmesiyle olusturulmustur.

Hegel icin dunya tarihi “hurriyet bilincliginin ilerlemesidir”. Bazi genc Hegelciler bunu demokrasiye dogru evrimin kelimenin tam Hegelci anlamiyla bir zorunluluk oldugu seklinde yorumladilar. Ote yandan materyalist/maddeci tarih mefhumu, “‘pek cok insanin (the many)’ farkli bir icerigi sahip hurriyeti” fikrini beraberinde getirmekteydi. Endustriyel cagda “pek cok” olan dogal olarak proleter (isci) kesimidir, ve onlar da zorunlu olarak, sosyalistler haline gelmelidirler; zira bilinc, sosyal sartlar tarafindan belirlenir.

Iste bu iki halka yanyana getirilince su sonuca ulasilmistir: Demokrasiye dogru evrim ile sosyalizme dogru evrim ayni seydir. Demokrasi, sosyalizmin hayata gecirilmesine yonelik bir adimdir; ama ayni zamanda sosyalizm de, demokrasinin hayata gecirilmesine yonelik bir adimdir. “Sosyal demokrasi” basligini tasiyan bir parti, sosyalizm ve demokrasiye iliskin bu turden isbirligine cok daha acik bir sekilde ifade eder. Demokrasi adiyla birlikte sosyalist iscilerin partisi, manevi mirasini genc Avrupalilarin hareketlerinden aldilar. Ilerleme/harekete gecme oncesi radikalizmin butun sloganlari, sosyal demokrat parti programlarinda bulunuyor. Onlar; parti icin, sosyalizmin taleplerine ragbet etmedigini hisseden veyahut da bu talepler tarafindan geri puskurtulen destekcileri uye yaparlar.

Marksist sosyalizmin demokrasinin talebiyle iliskisi, Almanlarin, Ruslarin ve Avusturya-Macaristan monarsisinin egemenligi altinda yasayan daha kucuk milletlerin ve Carlar imparatorlugunun sosyalizmi tarafindan belirlendi. Bu turden az veya cok otokrat devletlerdeki her muhalefet partisi, siyasi faaliyetin gelismesinden once gelmesi gereken sartlari olusturmak icin, her seyden once, demokrasi talep etmek zorundaydi. Sosyal demokratlar icin bu, pratik olarak, demokrasiyi tartismadan kabul anlamina geliyordu; boylece hicbir zaman, pro foro externo (aile disinda olan) demokratik ideoloji uzerinde bir suphe olusturulmamis olunacakti.

Ama iki anlamli isimle ifade edilmis bu iki fikir arasindaki iliski meselesi, parti icinde tamamen baski altina alinamadi. Insanlar meseleyi ikiye ayirarak ise basladilar. Onlar pek yakindaki sosyalist cennet hakkinda konustuklarinda terimlerin birbirine bagimliligini muhafaza etmeye devam ettiler ve hatta biraz daha ileri gidip onlarin nihai olarak tek bir terim oldugunu soylediler. Demokrasi bizahiti iyi bir sey olarak telakki edildigi icin, -mustakbel cennette mutlak kurtulusu bekleyen inancli bir sosyalist olarak- baska herhangi bir neticeye ulasilamadi. Eger siyasi bir bakis acisindan hareketle en iyisi hayal edilemeseydi vaat edilen topraklarla ilgili bir seyler yanlis olmus gibi kulaga gelirdi. Bundan dolayi sosyalist yazarlar, demokrasinin, sadece sosyalist bir toplumda varolabilecegini iddia etmekten geri durmadilar. Kapitalist devletlerde demokrasi diye varolan sey, oyle ya, somurenlerin dolaplarini/fesatlarini ortmak icin tasarlanan bir karikatur degil miydi?!

Ama sosyalizm ve demokrasinin amac konusunda birlesmek zorunda oldugu bilindigi halde, onlarin ayni yolu takip etmek zorunda olup olmadigindan kimse tamamen emin degildi. Insanlar; sosyalizmin -ve bu yuzden, daha yeni tartisilan bakis acilarina gore, demokrasinin de- hayata gecirilmesinin, demokrasinin aracsalligiyla olmasi gerekip gerekmedigi veya mucadelede demokrasinin ilkelerinden sapmanin gerekli olup olmadigi meselesi uzerinde tartistilar. Bu; proletarya diktatorlugu hakkindaki meshur tartismaydi, Bolsevik devrimine kadar Marksist literaturundeki akademik tartisma konusuydu; ve daha sonra, buyuk bir siyasi mesele haline gelmistir.

[..] Neyse; eger tarihte hicbir degisim olmasa, sosyal demokratlar bu sekilde demokrasi sozuyle surekli oynamaya devam edebileceklerdi fakat tarihi bir kaza olarak, Bolsevik devrimi onlari vaktinden once maskelerini cikarmaya ve ogretilerinin ima ettigi siddeti aciga cikarmaya zorlamistir.

Demokrat maskelilere dikkat

“Demokrat ama ozgurlukcu olmayan” dangalaklar iste ustteki siyasi gecmisin beynini sulandirdigi insanlar cogunlukla… Bir sosyalistin, demokrasi sozunu gevelemeye basladigi zaman ustteki dusunce cizgisini takip ediyor olmasi oldukca muhtemeldir, bu sebeple bu adamlari cok dikkatle filtreleyip, elemek gerekir.

Araya it kopek karistirmamak lazim.

Bir de; malum kisilerin beyninde ulusalcilik ile sosyalizm arasinda bir “karsitlik” denklemi olusturulmustur; halbuki bu dusunce yapilarinin her ikisi de kolektivist mahiyettedir. Iste bu “sozde karsitlik” denklemi yuzunden bu zavallilar “ulusalcilik” tasfiye olmaya baslayinca simdi “kendilerinin kazanmakta oldugu” gibi bir yanilgiya dusuyorlar.

Beyfendiler: Sizin kazandiginiz falan yok. Siz zaten coktan yenilgiye ugradiniz ve tasfiye oldunuz.

Bosuna gelin guvey olmayin.


Jim Clancy

[Bir CNN programinda surgunde olan Thailand basbakaniyla roportaj yaparken, gostericileri ima ederek -mealen-] sizi destekleyen gostericilerin bos bir otobusu surup yol kenarina hizla carptirdigi goruldu. Bunlar taskin hareketler degil mi? Destekcileriniz cizmeyi asmiyor mu?

Iste notralite

“Roportajin” geri kalan kisminda CNN yorumcusu Clancy eski Tayland basbakanini resmen fircalar tonda laflar ediyordu, oyle ki adam en sonunda patladi: “Yahu darbeyle devrildik, protesto edenlere biraz musamaha gosterin” havasinda karsilik verdi. Benim de aklimdan geciyor, Clancy soyadi Irlanda asilli, ulan dedim, Ingilizler de senin atalarini ezmisti, haklarini elinden almisti, herhalde ondan Amerika’ya kactilar sen de onun sayesinde simdi CNN’de yorumcu oldun, ama bu laflari edince dedenin mezarinda kemiklerini sizlatmadin mi, haysiyetsiz herif.

Ama iste adama fitili vermisler; “illa 50/50 elestireceksin”. O da bakiyor, ah, protestocular bir takim “taskin” hareketler yapiyorlar, Ve Tayland cekismesi ile ilgili vaktin “yarisi” da “o tarafi” elestirmek icin kullanilmalidir o zaman sonuc: Thaksin Shinawatra’ya firca atmaliyim. Kafa boyle calisiyor. Bu basbakanin darbe ile devrilmis bir lider olmasi hic onemli degil. Ustelik Thaksin surgunde, eldeki bilgilere bakilarak yapilan ithamlarin birinci derece muhatapi olabilecegi bile supheli. Ta dunyanin oteki tarafindan ulkesindeki protestoyu mu idare ediyor? Ama neyse, biraz dram yaratildi, medya “kontrol edici” gibi gozuktu, firca atildi, mutlu olundu.

Burada bozuk bir seyler var.


Hugh Pope

1999 yilinda, genisligi 100 mile varan fay hattinda olusan depremin sonuclarinin [Turkiye] halkinda etki etmesi tam bir gunu aldi. Devlet paralize haldeydi. Kizilay’in insanlara deprem sonrasi faydasi, bolgeye gonderdigi curumekte olan cadirlar gibi yokluk seviyesindeydi. Ama bundan onemlisi halk, Turkiye gibi kamu gorevlilerinin basiretsizliginin apacik bilindigi bir ulkede, ilk kez silahli kuvvetlerin becerisini sorgulanmaya baslamisti. Ordunun deprem bolgesinde guvenligi saglamaya baslamasi icin gunler gecmisti; Ayrica ordu, halka odaklanmak yerine kendi kaybettigi 4000 kusur askeri gorevliye ve onlarin ailelerine zaman harcadigi icin insanlarin gozunde bencil bir goruntuye dusmustu. Bu gunlerde halkin uzun sure destegini alan kuruluslar sivil toplum orgutleri olmustu; ozellikle bunlardan bir dagcilik klubu icindeki gonullu kurtaricilar ulke nedzinde gecelik bir sohrete erismislerdi. Bu orgut, kisa bir sure de olsa, ilk kez halkin gozunde “en guvenilen kurum” olarak silahli kuvvetleri gecmeyi basaracakti [1].

Burokrasi cuvallerken

Yeni cagda burokrasinin cuvallamasina silahli burokrasinin cuvallamasi tabii ki eslik edecektir. Merkezi bir kurulus olan devletin buyuk felaketlere ayni derecede ulasmasi neredeyse imkansizdir. Bu sebeple 1999 depremi sonrasi, ilk kez, Turkiye halki devletin basiretini sorgulamaya baslamistir.

Tabii sistemin kopekleri derhal havlamaya basladi. Bunlarin arasinda acilen “devlet guzellemeleri” yazanlar, reddiyeciler gorebiliyordu. Fakat psikolojik olarak onemli bir esik asilmisti; Insan beyninde hayatta kalma fonksiyonu en altta, ama en guclu/onemli olandir (onun uzerinde kultur kodlari, onun uzerinde analitik zeka gelir). Halk, hayatta kalmasi icin guvenli zannettigi kurumlara guvenemedigini anlamisti ve bu cok buyuk bir zihin degisimini gundeme getirdi.

[1] Sons of the Conquerors, Pope, 2005, sf. 72


Ludwig von Mises

[..] Bu tartisma, Marksistleri gruplara bolen butun diger fikir ayriliklari gibi, Marksist sistem olarak adlandirilan dogma yiginiyla hakikati gormezlikten gelen ikilikten / dialektikten [evrenin ruh ve madde gibi iki temel ozden/esastan olustugunu savunan kuramdan] kaynaklanir. Marksizm’de herhangi bir seye bakmanin, her zaman, en azindan iki yolu vardir ve bu bakis acilari ancak, diyalektik yapayliklarla telafi edilir. En meshur arac, zamanin ihtiyaclarina gore, birden fazla anlamin verilebilecegi bir kelimeyi kullanmaktir. Ayni zamanda kitle ruhunu uyutmak icin siyasi sloganlar olarak hizmet goren bu kelimelerle birlikte bir fetisizm kultu imasi surdurulur. Bu inancin yer aldigi her makalede, birbiriyle bagdasmasi munkun olmayan fikirleri ve talepleri birlestirmeyi munkun hale getiren, iki veya daha fazla anlama gelen fetis bir kelimeye yer verilir. Kasitli olarak muglak olan bu kelimelerin yorumlanmasi, farkli taraflari karsi karsiya getirir ve herkes, guvenilir/itimada sayan bir onemin atfedildigi Marks ve Engels’in yazilarindan isine gelen pasajlari alintilar.

Bizde ornegi cok var

Turkiye’deki Kemalist korosunun zombi kelime cambazlari hep ustteki teknige basvuruyorlar galiba; “Cumhuriyet”, “demokrasi”, “liberalizm”, “simge” kelimeleri bir fetis haline getiriliyor, ve muglak bir sekilde pek cok tarafa cekilebilecek bir seviyeye getiriliyor. Adam “Cumhuriyetciyim demokrat degilim” diyebiliyor mesela, zavallinin Cumhuriyetin kelime anlamindan bile haberi yok. “Simge” kelimesi ayni sekilde. Pek cok tarafa cekilebilecek bir baglamda, ve bir “korku” yaratacak sekilde kullaniliyor(du). Bu oyun bozuldu tabii.

Bu tur teknikleri kullananlarin gecmisini biraz kazin, alttan Mises’in anlattigi siyasi kultur cikacaktir.

[1] Sosyalizm, Ludwig von Mises, 1951 (Turkce ceviri, Liberte Yayinlari, 2007)


Eser Karakas

KİT dediğim de tam bu zira onbinlerce hoca maaş alıyor, bir şeyler öğrettiklerini zannediyorlar, öğrenciler büyük paralarla yapılan binalara her sabah sıcak yataklarından kalkıp geliyorlar, yol paraları veriyorlar, akşama kadar sınıflara kapanıyorlar, kitaplar basılıyor, bunlara paralar harcanıyor, müdürler, müdür yardımcıları, müstahdem çalışıyor ama sürecin çıktısı tam bir hiçlik.

Dogru

Yazinin geri kalaninda da guzel saptamalar var. Egitim isi daha fazla bina, ogretmen ile halledilecek bir is degildir. Sil bastan yeniden yapilanma gerekiyor. Eger 20 milyon egitilecek nufus icin ortalama 20 kisilik siniflar baz alinarak 1 milyon kaliteli ogretmene ihtiyaciniz olacaksa (kabaca bir hesapla), bu sistem daha kapidan cikmadan cuvallamis demektir [1]. Bu sayida kaliteli ogretmene erismek mumkun mudur?

Iyi bir egitimi, ogretmeni, dersi dijital teknolojiler ile klonlamak daha iyi bir cozum olabilir. Cocugun okula “gitmesine” gerek yoktur. Okul ona “gelebilir”.


Ahmet Altan

Türkiye’nin yıllardır yapamadığını, bir TIR şoförü vatandaşımızın yaparak, ‘dolanım hakkı’ konusunda çok önemli mesafeler almamıza yardımcı olması [..]

Cok guzel

Iste adam bir misyon edinmis, problemi sahiplenip tutup parcalamis. Bravo. Bu ayrica burokrasi cuvallamasinin da iyi bir ornegi. Madem yapilabilecek niye onlar beceremedi? Tam zamanli isleri bu degil mi? Fakat problem insanlardan ziyade sistemde..

“Ihtiyac tum buluslarin anasidir” derler. Ihtiyaci hissedenin o problemi cozmesi gittikce artan bir olus haline gelmeye basladi. “Kendi Isini Kendin Yap” denen akim bu, bilginin ve becerinin dolasimi yayginlastikca ozguveni ve etki alani genisleyen bireyler gitgide bu tur cozumleri tercih eder hale gelmeye basladi.

  1. yuzyilin cozumleri satha yayili, bireysel bazli olmalidir. Trafik kazalari sonucunda oradaki “bireylerin” tutunak tutmasini saglayan yeni sistem iste bu tur bir 21. yuzyil cozumudur. “Merkezi” polisin oraya gelmesi beklenmeden problem ihtiyaci olan kisiler tarafindan halledilir.

[1] Bu rakam daha da buyutulebilir cunku egitim kavrami, artik, insan hayatinin belli bir doneminde yapilip bitirilen bir sey olmaktan ziyade, hayat boyu surebilecek bir olus olarak gorulmektedir.


Anonim

Demokrasinin gerektirdigi azinliklara saygi [..]

Yanlis

Demokrasi azinlik haklarina saygili olmakla esanlamli degildir. Azinlik haklarinin olmasi demokrasiyi guclendirir, bu dogrudur. Fakat teorik olarak bir demokrasi oybirligi ile bazi azinliklara uymayacak kararlar alabilir, ve teorik olarak herkesin pasa pasa uymasini bekleyebilir (bu iyi islemez tabii ki). Zaten bu yetersizlik sebebindendir ki “liberal demokrasiden” bahsediyoruz, sadece demokrasiden bahsetmiyoruz. Demokrasi tabii ki alternatiflerine gore daha iyi karar veren bir sistemdir BUTUNU ILGILENDIREN KONULARDA. Herkesi ilgilendiren, “genel bir konuya” “genel” bir cozumu bulacak, icra edecek kisiyi/kisileri secmek icin uygundur.


Anonim

Osmanli cok iyi modernlesiyordu

Yanlis

Osmanli modernlesmeyi eline yuzune bulastirdi, cuvalladi (ne de olsa Bursali). Tanzimat ve Japonya’da Meiji reformlarinin karsilastirmasi birincisi icin hic te ic acici sonuclar ortaya cikartmayacaktir. 100 sene sonra iki ulkenin geldikleri noktaya bakin. Bu sebepledir ki Kemalistler fanatik sekilde modernizasyon isine koyuldular, ama ne yazik ki onlar da artik cok gec kalmisti. Ayrica (yetmiyormus gibi) ek yanlislar da yapildi..

Simdi Kemalistlerden hazzetmeyen bazi kisiler sirf Kemalist’ler Osmanli’ya redd-i miras yapti diye onun tersine gitmis olmak icin Osmanli’ya sarilmaya ugrasiyorlar. Bu kisilere tekrar soyluyorum: Kendi beyninizle dusunmuyorsunuz. Efendim, modernlesiyordu, ilmiye, seyfiye, kalemiye.. Iyi de nerede sanayi tesisleri, halkin yuzde kaci isci? Osmanli’nin sirketlesmeden anladigi dort, bes esnafi yanyana koyup “siz simdi sirket oldunuz” demekten ibarettir.

1923 itibariyle tarim ulkesiydik.

1950 itibariyle daha berbat bir durumdaydik, o baska. Atilla Yayla’nin “Kemalizm gerilemeye tekabul eder” demesi bu yuzden zaten..