View on GitHub

thirdwave

Hafta 48

Ali Bulac

İslam dünyasının durumunun hiç parlak olmadığı aşikâr. Ne tarihi yüceltmeye gerek var, ne bütün sorumluluğu [..] Batı’nın üstüne atmaya. Açık olan şu ki, bizim çok yönlü bir değişim sürecinden geçme zaruretimiz var. Kısaca kendimizi; siyasetimizi, toplumsal yapımızı, ahlaki formasyonumuzu, ekonomik anlayış ve tutumumuzu tepeden tırnağa değiştirmek zorundayız [..].

Hiç kimse Müslüman toplumların “iyi durum”da olduğunu söyleyemez. Böyle bir yüceltme bizi kör eder. Ne İslami referanslar ne tam modern kriterler açısından İslam dünyası iyidir. Sosyo-kültürel yapısı zayıftır; ahlaki bakımdan çöküş yaşamaktadır; aydınları iktibasçı ve tüketicidir; iktisadi, beşeri ve tabii kaynakları heba olmaktadır; adalete ve özgürlüğe uzaktır; toplumsal çözülmeye uğramaktadır; postmodern sömürgeci güçlerin av sahasıdır; otokrat rejimler, monarşiler ve diktatörlükler tarafından yönetilmektedir, en ‘demokrat’ görüneni bile vesayet rejiminden kurtulmuş değildir; mezhep ve etnik çatışmalara sürüklenmektedir; şehirleri her geçen gün biraz daha patolojik hal almaktadır.

Dogru

Özellikle şehirlerin durumu kötü, ve kötüleşiyor. En “kaliteli” bilinen yerlerde bile kamusal alan batmış durumda; mesela Bebek diye bir yerde, hava atmaya çalışan piç kuruları patlak egsozlu arabalarıyla resmen ralli yapıyorlar, günün her saatinde. “Polis nerede?” diye oradaki esnafa sorunca adamlar cevaben öyle bir kalayı basıyorlar ki duyunca irkilirsiniz.


Anonim

Zavallı köpekler onları koruyalım

Kendi köpeğini koru

TR binbir türlü Dogu / Batı kaynaklı zihinsel tortunun en dandik sentezi; Üsttekiler sozler modernist gamalist birinden. Ülkemize Batı’dan, orada sahibinin kendi hayvanına verebileceği zararı engellemek için koyulmuş “hayvanları koruma” kuralları geliyor – ama sokak köpekleri için. Sokaklarda görülüyor, kulağa etiket takılmış, “fişlenmiş” hayvan dolaşıyor.. böylece iş halledilmiş güya. Tabii bu hayvanlar birbirine, gelene geçene havlıyor, sürüler oluşturup volta atıyorlar, zaten göt kadar olan kaldırımın üzerine yayılıp siesta yapıyorlar. İnsanların alanını işgal eden bu saçmalığa izin veren yönetim vatandaşını neyle eşdeğer gördüğünü mü belli ediyor acaba? Modernist gamalist belediyeler özellikle izin veriyor bu işlere, herhalde “dincilerin mekruh gördüğünü korursa / tersini yaparsa” otomatik olarak ilerlemiş olacaklarını zannediyorlar. Her taraf salak dolu.

Bu hayvanlar turistik yerlerde de sürekli geziniyor bu arada.. Ortaköy’de bizzat gördüm, hayvan bacağı kaldırıp çat diye tarihi caminin önüne işedi.


Radikal

Hollywood ile ilgili sınanmış tespitlerden birisi de ‘kriz’ anlarında geçmişin dehlizlerinden başarı hikâyelerini, sararmış kâğıtlara sıkışan süper kahramanları bir kez daha göreve çağırıp ‘Amerikan Rüyası’nın hâlâ gerçekleşebilir bir seçenek olduğunu gösterme çabaları [..] Bu hafta sinemalarımıza konuk olan ve bu yazının konusunu oluşturan Brad Pitt’li ‘Moneyball/Kazanma Sanatı [..] ‘Küçük Amerikalı’ya, “En büyük olmak, tepeye çıkmak için çok paraya ihtiyacın yok. Doğru yöntemlere ihtiyacın var” diye sesleniyor film. Ama ‘kapitalizmin ruhu’na sadık olmak koşuluyla. “İnsanları birer metaymış gibi alıp satmaktan, yeri geldiğinde hiç tereddüt göstermeden kapının önüne koymaktan, verimliliği artırmak için iş koşullarını yeniden düzenlemekten imtina etmeyeceksin” diyor.

Yanlış

Filmin konusu olan genel müdür (Pitt) başarıya erişemiyor; yenilikçi teknikleri kısmen yarıyor ama şampiyon olamıyor.. Film sonunda, yazıyla, o teknikleri kullanan başka bir takım Red Sox’ın (ki uzun süre şampiyon olamayan kaybeden bir klüptü) şampiyonluğa eriştiği belirtiliyor. Yani birkaç deneme, birkaç takımı kapsayan bir süreç var ortada. Ayrıca filmde insan faktörü var, sahadaki antrenör kritik bir anda kritik bir kişiyi sahaya sokarak önemli bir maçı kazanıyor. Ezbere bir takım lafları tekrarlayabilmek için film yorumunun içine etmişsin.


Murat Kapkıner

Ez cümle, eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan televizyonda ‘[vicdani ret] bizim cihad kültürümüze aykırı” diyor [..] Mehmet Baransu [..] ‘adam öldürmemek ama adam öldürene yemek yapmak, onun bulaşığını yıkamak öyle mi’ [diyor -bravo- ..]

Arap yarımadasının en pehlivanı, yenilmez savaşçısı [..] ‘Ya Muhammed! Sana katılıp çarpışmak istiyorum’ deyince, Peygamber ‘bana inanıyor musun’ der ‘hayır’ cevabını alınca da: ‘lazım değilsin’ der [..] Adam üç kez teklifini tekrarlamış ve üçünde de ‘inanıyorum’ deyince ‘gel o zaman’ denilmiş. Yani ki İslam’da inançları, vicdanı kanattları için nefs-i müdafaa yapmama, yapmayarak ölümü seçme hakkı bulunduğu gibi, davanın hak olduğuna inanmayan kişi savaşmıyor, dahası, anası izin vermeyenler de savaşamıyordu.

Ölmeye veya öldürmeye birey karar vermeli.

Doğru


Etyen Mahcupyan

[R]eformları yapamadığı ölçüde, AKP [..] hüzünlü bir tablo sunuyor. Reformun önünü kesmek üzere kotarılan her direnç adımı, bir bumerang gibi dönüp, iktidarın siyasetini bir farsa dönüştürüyor. Vicdani ret meselesi iyi bir örnek… Önce şunu söyleyelim: Şu anki anayasada bile ‘zorunlu vatan hizmeti’ bir ‘askerlik görevi’ olarak tanımlanmıyor. Yani insanların eline silah vermektense, onları başka kamu hizmetlerinde kullanmak mümkün. Bunun için tek bir yasa değişikliği bile gerekmiyor. Ama bu adım atılmıyor, çünkü ‘eline silah verme’ konusunda bir esnekliğin günümüz dünyasında ‘eline silah alma’ konusunda da bir esnekliği ima edeceği açık.

Devlet bundan tedirgin. Çünkü toplumun askerlik hizmetine nasıl baktığını gayet iyi biliyor. Hamasi jargonun aksine, giderek çok daha fazla sayıda genç askerlik yapmanın anlamsızlığına, hatta bu deneyimin kendi kişiliğine zarar vereceğine inanıyor. Nitekim orantısız bir cezalandırma uygulaması olduğu halde, şimdiden yüzü aşkın vicdani retçi var… Türkiye’nin bu kişileri ömür boyu hapsetmekten başka çare bulamaması ise AİHM’den tazminat cezaları olarak dönüyor. Şimdi yapılan düzenleme ile bu hapis cezası tek sefere inecek ve böylece suçla orantılı olduğu savunulabilecek ‘adil’ bir ceza konmuş olacak. Ancak tek seferlik cezanın makul olması için askerlik süresini aşmaması gerekiyor. Çünkü aksi halde zımnen askerliğin mahpusluktan daha beter bir şey olduğunu itiraf etmiş olursunuz. Öte yandan bu cezayı çok da kısa tutamazsınız, yoksa ‘maazallah’ askerlik yapacak adam bulamama ihtimali var!

Ancak askerlik süresiyle eşit bir hapis cezası bile pek güvenilir olmayabilir… Çünkü toplumun değişim dinamiğine aykırı yönde giden bir tedbirin geri tepeceği, bizzat toplum tarafından kadük hale getirilebileceğini hayal etmek zor değil. Binlerce gencin vicdani retçi olduğunu ve hapisleri doldurduğunu düşünün… Bunların arasında AKP’li gençlerin de olabileceğini, hatta belki de bizzat parti ileri gelenlerini yadırgatan biçimde, bunların azımsanmayacak bir sayıya ulaşabileceğini de öngörebiliriz.

Diğer bir deyişle bu yasa kendisini gülünç durumda bırakan bir tasarrufa dönüşebilir. AKP farkında olmayabilir, ama gençlere ‘haydi hepimiz hapse!’ türünden bir kampanya açmalarının zeminini de sağlamış oluyor ve muhtemelen bununla nasıl başa çıkılacağı hakkında bir fikre sahip değil. Hüzünlü ama doğrusu keyifli bir süreç olacak… Toplumsal değişim isteğinin ve evrensel taleplerin önünü kesebilecekmiş gibi yapan her iktidar gibi, AKP de utanacağı ve yenik düşeceği bir süreç yaratmak üzere.

Doğru


Bülent Arınç

Kürtlerin varlığının inkâr edilemeyeceğini söyleyen Arınç, “Bir insanın kimliğini inkâr etmek o insanı inkâr etmek demektir. Kendisini Kürt kimliği ile Arap kimliği ile Boşnak kimliği ile artık ne gelirse aklınıza… Hepsi, kim, ne varsa bu topraklar üzerinde kendi kimliğini rahatlıkla söyleyecektir. O kimliğe saygı duyacağız. O kimliğin bütün kültürel haklarını, Anayasal haklarını vereceğiz, tanıyacağız” diye konuştu.

Bravo


Huseyin Ergun

Sanayi toplumunda (kapitalizmde) [..]

Bu eşitleme nereden çıktı?

Kapitalizm = sanayi toplumu (2. dalga) eşitlemesi doğru değil. Aslında kapitalizm tanımın kendisi bir muğlaktır, ama çoğunlukla bireysel mülkiyet, kar amacıyla üretim yapabilme gibi öğeler icerdigi kabul edilir.


Huseyin Ergun

Marksist kabule göre [..] sosyalizm gelecekti. Öyle olmadı, [..] bilişim toplumu geldi. [..] Marx ve arkadaşları makine teknolojisinin kendi doğrultusunda gelişeceğini varsaydılar. Sosyalizmi, kapitalizmi izleyecek bir toplum biçimi olarak tahayyül ettiler; iddialarını bunun üzerine kurdular. Bir teknolojik devrimle sanayi toplumundan büsbütün başka bir uygarlık doğacağını öngöremediler. Bu arada, aynı çeyrek yüzyıl içinde,bilişim teknolojisi ile sanayi toplumu aşıldı.

Dogru

Yeni dönemin ideolojisi hala belli değil (ama nelerin olmayacağı belli). Fakat hayat hızlanıyor, bilgi temelli üretim, bireylerin ve onların kurduğu ağ yapılarını ön plana çıkartıyor, merkez “standardize, senkronize edici” eylemleri yapamaz hale geliyor.

Tahmin edilirlik hızla kayboluyor. Uzun vadede yeni bir ödüllendirme / kazanç / ödeme sistemi devreye girebilir, mesela sosyal ağlar üzerinden “beğen” tıklaması benzeri, ya da gelir dengelerindeki aşırı asimetri, teknolojinin yarattığı yaygın işsizlik yüzünden devletlerin vergi kazancının bir bölümünü halkına maaş olarak vermeye başlaması [1]. Ama her iki durumda da arz-talep vardır, “sinyaller” piyasada dolaşmaktadır. Not: ikinci tavsiye Marks’dan değil, bazılarının şeytanlaştırdığı “neo-liberal kan emici, vampir herif !” Milton Friedman’dan gelmiştir.

[1] Bence bu senaryoda devlet tüm diğer sosyal servisleri kaldırır. Mesela ABD’deki sosyal güvenlik fonu, tıbbi ilaç ve muayene için ödenen paraların tamamı.


Yorumcu

Milliyetçiliğin tersi olan enternasyonalizm [..]

Tersi olduğunu nereden çıkarttın?

Son 300 yılda ortaya çıkan ideolojilerinin hepsi bir şekilde montaj bantı başındaki adamla alakalıdır; bu ideolojileri anlamak için o anonim, prototip kişiyi anlamanız gerekir. Milliyetçilik, montaj bantındaki adamın, önüne gelen parçanın sadece tek bir vidasını sıkmasına benzer; işçi / vatandaş o tek, monoton işi yapar – gerisini “sisteme” bırakır. Parça gelir, vidası sıkılır. Bir parça daha, bir vida daha.. Böyle gider. Ürünün tamamı bantın geri kalanında halledilecektir, birleştirilecektir. Bağlantısal kararlar averaj adamın çok, çok üzerinde alınmaktadır.

Modern milliyetçilik te aynen böyledir. Biri bir kimlik / görev yaratır (işçi / vatandaş), o görev / kimlik bağlamında herkesin ufak bir şeyler yapması beklenir “geri kalanını biz bağlarız” demeye getirilir. Kişinin yapması gereken oranı buranı vatan için “siper etmek”, sıraya filan girmek, davar gibi bir yerlerde böğürmek olabilir.

Eğer o bağlantısal kararlar ülke değil, bir kıta, dünya çapında alınıyorsa, ve kişinin bu duruma dahil olması bekleniyorsa, bu da bir tür milliyetçiliktir. Yani söylemi bir şekilde “ulus dışına” atmakla otomatik olarak milliyetçi zıttı olunmaz. Bazı Marksistler hala bunu anlamıyorlar.

  1. Dalga, bilişim devrimi kararların birey seviyesine inmesiyle alakalıdır. Montaj bantındaki adamın seçeneği yoktur, zamanın teknolojisi onu bant başında köleleşmeye itmiştir; birileri o işi yapacaktır, insanların çoğu o işi yapmıştır. Marx sadece bu kişiler “bir sınıf” haline gelirse, siyasi bir güç sahibi olacaklarını hissetmiştir, o amac icin gerekli o kışkırtıcı sözü üretmiştir, milleti galeyana getirmistir vs.. Bunlar tarihte kaldı artık.. Üretimin çoğunu robotların oldugu / olacağı, insanların cebinde akıllı telefon taşıdığı çağda birey ufak değil, daha büyük işler yapabilir, kendi işini kendi birleştirir ve güç bu insanlara kayar. Onların biraraya gelmek için herhangi bir kolektif, sınıf mesajına ihtiyacı yoktur. Eksiği görür, çat diye mesajı yazar, çat diye biraraya gelir (flash mobs denen kavram), bilgiyi alır, bilgiyi üretir.

Dahası da var tabii; merkezi mesaj pompalayamazsan, vatandaşı standardize edemezsin, beyaz yakalı koyun gibi güdülemez yani zorunlu askerliği istemez, senkron hayat yaşamaz, o zaman hayat karışır, tanzim edilemez, tanımlanamaz bir şey hale gelir, yönetici “konsantre” grup tarafından kontrol edilemez.. Son 50/60 yılın hikayesi.

Yani modern milliyetçilik çökecek, ama sebep “dışarı çıkılması”, “enternasyonel olunması” değil, yereldeki merkezin değişime uğraması, bireyin, onun kurduğu yerel ağ yapılarının öne çıkması olacak.


Bir görevli

Biz [..] yapmadık, sözde Ermeni katliamıyla bizim alakamız [..]

Kim bu “biz”?

Kendini yönetici takımıyla niye özdeşleştiriyorsun? Tarihi olarak İslam ülkelerinde halk ağırlıklı olarak kendini yönetici ile özdeşleştirmez, İslam’ın Duvarı yazısında anlattık. Osmanlı bir yönetici tabakasıydı, bir sülaleydi. İttihatçılar bunun devamıydı (Enver “aileye” dahil oldu).

İngiltere’de bile böyle bir özdeşleşme toplumun çoğunluğunda yoktur. Gecende BBC’de haftalık bir söyleşi programında program yöneticisi espri yapıyor, “gelecekte sadece 5 sülale ayakta kalacak” diyor (bu arada iskambil kağıtlarındaki renklere İngilizce sülale denir, “house of [vs]”), sonra sayıyor “bunlar kupa sülalesi, maça sülalesi..” ve en sonunda espriyi patlatıyor, “bir de Windsor sülalesi! (house of Windsor)”. Yani adam bırakın ‘biz’, ya da ‘ulu kralice’ filan demeyi, ‘o aile’, “bunlar” mealinde laflar ediyor [1].

TR’nin bazı kesimlerinde görülen acaip özdeşleşme durumu 80 Model MGK Sentezidir, 12 Eylül “modern” darbesi icraatıyla. İslam toplumlarında halk militer merkeze yakın değildir. Zaten o sebeple savaş çoğunlukla kölelere yaptırılır, örnek: Yeniçeriler. Modernite, endüstriyel çağda doğal olarak zorunlu askerlik, endüstriyel savaş makinasının ocağına atılacak daha fazla odun gerekir. “Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum” diyor.. Karşı taraftaki makinenin cephanesi tüketilecek. “Arş” ileri.

Ermenilerin basına gelenlere dönersek, feci olaylar olmuş mudur, olmamış mıdır? Roma’nın devamı, gaddar, despot Osmanlı anlayışı ile modernite’nin ucube birleşiminden her şey beklenir. Abdülhamit’ten başlayan ve Dersim’e uzanan süreçte olan oldu, kimse bu rezaletleri milletin sahiplenmesini de bekleyemez. Halk iddialari kendine yakıştıramıyor tepki veriyor bunda da haklı; ama olup bitenin onunla alakası yok zaten.

Fransa’da meclisin gecirdigi kanunun (sacma bir yasa olmakla beraber) reel siyasetle alakalı bir tarafı da var, onu da ekleyelim; Sarkozy ve Fransız eliti TR yönetimine “çakıyorlar”. Niye çakıyorlar, neden şimdi çakıyorlar bunu onlar düşünecek.

[1] Esprinin temeli “amma dayandılar bunlar” görüşü, hakikaten de Windsor ailesi binbir takla, PR becerisi sayesinde bu kadar zaman yönetimde kalabildi.